Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

Edebiyat

Müzik, yazı, fotoğraf, resim, sinema, televizyon, opera vb ilgilendiğiniz sanat dalları hakkında yazabileceğiniz yer.
Kullanıcı avatarı
Kratos
Fırtına Gardiyanı
Fırtına Gardiyanı
Mesajlar: 799
Kayıt: 19 Haz 2010 22:18
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Legend of Maian, Witch Hunter, To-love-ru, To-love-ru Darkness, Popcorn Avatar, Onihime VS, Sora no Otoshimono
Favori Anime: Anime izlemem
Konum: Right back at ya

Edebi paylaşımlar yapabileceğiniz bölüm.

Hadi bakalım..
'


Resim

Vengeance shall be mine, like a god
And it shall consume me, like a slayer


Resim
Kullanıcı avatarı
assassin
Mesajlar: 15
Kayıt: 15 Tem 2010 00:30
Cinsiyet: Erkek
Konum: Köprüden önce son dönüş.

Charles Baudelaire'nin bir edebi eserini paylaşayım o zaman (:
Kimdir Charles Baudelaire ? ( kısa bir bilgi vereyim.)
19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden.
1821’de Paris'de doğdu. Mutsuz bir çocukluk geçirdi. Babası 1827'de öldü. 1839'da okuduğu okuldan disiplinsizlik yüzünden atıldı. Hukuk öğrenimi görmeye zorlanan Baudelaire, buna başkaldırarak Quartier Latin'de bohem bir hayatı seçti. Sonra kitapları çıktı falan filan işte (:

Hiçliğin Tadı

Ey hüzünlü ruhum.
İhtiyar budala.
Kanının kanatlarında hırçın bir kıvılcım yanardı,
Umudun mahmuzu yavaşça dokunsa şaha kalkardın.
Ey şimdi her adımda derin derin soluyan hasta
İşe yaramaz beygir
Uzan olduğun yere dayanmasını bil.
Sönmeyen yanı var mı dünyanın...

Ruhum, acılarını örtün.
Ağır mermer tabutlarda uyanacak zamandır.
Yenilmiş yaralar içindesin kocamış bunak
Artık ne kavganın tadı
ne de aşkın dinmeyen fırtınası ulaşmaz sularına.
Elveda kavalın türküsü
Flütün iççekici elveda
Somurtkan ve karanlık kapılarımı çalmayın artık
Ey hazların derinliği duyumların ateşi elveda..

Ruhum sevgili baharının bitti.
O çılgın kokuların tükendiği zamandır..
Ayaklarımın altında yusyuvarlak dönüyor dünya
Issız dağların karlı ağzında donmuş bir yolcu derinlere kayıyor
Geçmişin titreyen eli sazdan örülmüş rüzgarlı kulübesi
Gerek yok sığınmaya
Ey her solukta gövdemi yutan zamanın muazzam ürperişi
Ruhum dünyanın çığlarını çağır.
Seni sarıp döne döne götürecektir zaman.

Charles Baudelaire.
Resim
Kullanıcı avatarı
Fordestiny
Mesajlar: 35
Kayıt: 30 Haz 2010 11:33

Bu vapuru kaçırırsam beni belki de cinnet basar
belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam
nöbette uyursam eğer kitaplarımı yakarlar
etimde şirpençe çıkar bu kızı alamazsam
bu işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar
izin kağıdım yanar konuşacak olursam
bu senet bankalar kapanmadan
ruhumun rengini kapatmayacak olursa
ölür kuyuya düşen çocuk
çocuğun mercan saati çatlar mutlaka
koşup haber vermeliyim
yetkili memura
bahar geliyor, ilerliyor yeminler
alnımı kapıp getirmeliyim
denizi karşılamaya
kırlangıcın kanadındaki kezzap
leylakta sıkışan buhar için
nabzımı bulmalıyım nerede bulacaksam
nabzımı çünkü ben kasadan fiş alarak
yağmuru, selvileri zor durumda bıraktım
benim yongalarımdan yapıldı bu çelenkler
ben papatyaları şımartmadım diye oldu
Mata Hari`ler casus, Al Capone`lar gangster
inmem gerek gözbebeklerimin altına
beynimin ortasına büzülmeliyim
genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra
dum di dum
duridum dubida
kendi kalbimle zamanım arasındaki sarkaç
püskürtüyor beni dünyaya
bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni
Atlantik ve Pasifik ve beş kıta
koşmam gerek
yetişmem gerek yazgıma
tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin, niçin, niçin
kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin

İsmet Özel
I like darkness, I don't know what the sun is for
Redeye
Mesajlar: 25
Kayıt: 09 Tem 2010 20:47

Fordestiny biraz yanlış var ama. Neyse ben de ekliyim bi dane:

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

NECİP FAZIL KISAKÜREK
Sakarya Türküsü
Kullanıcı avatarı
Lequi
Mesajlar: 442
Kayıt: 09 Tem 2010 14:53
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Vagabond,Bakuman, Beelzebub, Zippy Ziggy, Veritas
Favori Anime: Kurozuka,One Piece

Geri Gelen Mektup
Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?
Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?
Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;
Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;
Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan,
Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,
Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!
Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince
Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince
Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,
Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,
Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...
Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,
Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı.
Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!
Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!
Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,
Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,
Tek bendeki volkanları söndürse denizler!
Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'
İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil
Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.
Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.
En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...


Hüseyin Nihal Atsız
Sordum: Nerdedir yerin? Nedir senin değerin?
Yedi kıral vurulmuş, ne bu ceylan gözlerin?
Hangisine varırsın bu yedi ünlü erin?
Şöyle dedi bakarak göklere derin derin:

Kıralların taçları beni bağlar büğü mü?
Orduları açamaz gönlümdeki düğümü.
Saraylarda süremem dağlarda sürdüğümü.
Bin cihana değişmem şu öksüz Türklüğümü...
A T S I Z
3Nokta
Chaotic Neutral
Chaotic Neutral
Mesajlar: 1793
Kayıt: 17 Haz 2010 20:22
Cinsiyet: Erkek
Favori Anime: Brotherhood
Konum: Nirvana

çocukken haftalar bana asırdı;
derken saat oldu,derken saniye...
ilk düşünce beni yokluk ısırdı:
sonum yokluk olsa bu varlık niye?

yokluk, sen de yoksun, bir var bir yoksun!
insanoğlu kendi varından yoksun...
gelsin beni yokluk akrebi soksun!
bir zehir ki hayat özü faniye...

N.F.K
► Spoiler Göster
► Spoiler Göster
Kullanıcı avatarı
nonstop
Mesajlar: 122
Kayıt: 18 May 2010 23:52

17. yüzyılda Osmanlı Edebiyatı içerisinde, halka daha dönük bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan 17. asır, Osmanlı Halk Edebiyatının altın çağını meydan getirmiştir. Serpinti ve tesirleri, 18. asır Osmanlı Türk Saray Edebiyatına da ulaşan bu edebiyat sayesinde, Divan şiirinde bile mahallîlik ortaya çıkmış, hattâ devrin Nedim gibi ünlü şâirleri, bu cereyanın içinde türkü bile yazmıştır.

On yedinci asırda Halk Edebiyatı, yine tekke ve saz kolu olmak üzere, ikili bir durum içindedir. Aslında bu durum, Osmanlı Türk Edebiyatının başlangıcından beri var olup, onun bir devamı şeklindedir.

Bu yüzyılın, Tekke Edebiyatı içinde yer alan başlıca şahsiyetleri Âdem Dede (ölm. 1652), Aziz Mahmud Hüdâyî, Niyâzî-i Mısrî’dir. Bu şâirlerin hepsi, bir tarikata mensup olup, şeyhtirler. Onlar, meydana getirdikleri mahfillerde halkı irşâd ve terbiye yönüne gitmişler ve tesirli şiirler söyleyerek, eserler meydana getirmişlerdir. Bunların ilimle uğraşmaları, insanlara doğru yolu göstermeleri, önde gelen meziyetlerindendir.

Âdem Dede, daha çok Mevlevî Tarikatı içinden gelir. Önce Konya’da Bostân Çelebi’nin, daha sonra İstanbul’da İsmâil Ankaravî’nin yanında yetişmiştir. Daha sonra Galata Mevlevîhânesi şeyhi olmuş olan bu Mevlevî Dedesi, zekî, nüktedân, ârif ve hoşsohbet bir sûfîdir. Arapça ve Farsça şiirleriyle klasik edebiyata giren ve Türkçe olan gazelleri mevcuttur. Fakat onun en mühim tarafı, Mevlevîlik içinde hece ile, Yunus tarzında şiirler söylemesidir. Tesiri Şeyh Gâlib’e kadar uzanan Âdem Dede’nin bu itibarla Türk Halk Edebiyatı içinde mühim bir mevkii vardır.

Azîz Mahmud Hüdâyî ise Celvetiye Tarikatının kurucusudur. Şeyh Üftâde’ye intisab etmiş, şeyh olmuş Üsküdar’da kendi adıyla anılan dergâh, devri için ruhanî terbiyenin mihrakı durumuna gelmiştir. Nefâisü’l-Mecâlis ve Câmi-ul-Fezâil başta olmak üzere yirmiden fazla eserinin olduğu bilinmektedir. Devrinin hem aruz, hem de hece vezniyle şiir söyleyen şairleri arasında olup, Dîvân’ı vardır.

Niyâzî-i Mısrî aslen Malatyalıdır. Halvetî Tarikatına mensuptur. Mısır’da tahsil gördüğü için Mısrî denilmiştir. Yunus Emre Ekolüne mensuptur. Hakkında birçok menkıbeler vardır. Arapça ve Türkçe çeşitli eserleri mevcuttur. 1694 yılında Limni’de vefat eden Niyâzi-i Mısrî, Yunus Emre’nin 17. asırdaki sesidir.

Osmanlı Türk saz şairleriyse, bu yüzyılda alabildiğine çoğalmıştır. Muhtelif askerî topluluklar içinden saz şairleri yetiştiği gibi, ülkenin dört bir tarafından pekçok saz şairi çıkmıştır. Bunun neticesi olarak birçok mahfiller teşekkül etmiş, saraydan kahve köşelerine kadar mesirelerde, panayır ve ocaklarda saz şairleri görülür olmuştur. Ayrıca gazel ve murabbâ şekilleri de halk şâirleri arasında rağbet görmüştür. Bu devrede, 1908 yılından sonra gerçekleştiği söylenen iki zümre, konuşma ve yazı dili birbirine ziyadesiyle yaklaşmıştı.

Bu asırda yetişen saz şairleri arasında en önde gelen, şair Karacaoğlan’dır. Güney Anadolu’dan yetişen bu gezgin Türkmen şairi, 16. yüzyılın sonlarından itibaren şöhretini duyurmaya başlamış, 17. yüzyılda ise bu şöhretin zirvesine çıkmıştır. Şiirlerine bakılırsa, onun coğrafyasında bütün bir imparatorluk yer alır. Ancak nereleri gezdiği, nerelerde kaldığı pek belli değildir. Bu zeki ve hisli Türkmen çocuğu, halk zevkinin bütün inceliklerini zorlamış ve konuşturmuştur. Şöhretinin diğer Türk illerinde de yayılması, onun adına efsânevî Karacaoğlan hikâye ve deyişlerini ortaya çıkarmıştır. Şiirinde sosyal meseleler, âdetler, gelenek ve görenekler yer aldığı gibi, sanatlı söyleyişinin, tasvirlere ve mecazlara yer verdiğini belirtmek gerekir. Nerede doğup nerede öldüğü belli olmayan Karacaoğlan, şiirlerinde tabiata mühim yer verir. O bir bakıma, tabiatı ve kadın güzelliğini hareket noktası olarak almıştır.

Gevherî ve Âşık Ömer de devrin kudretli halk şâirleridir. Bunlardan Gevherî, yüksek zümre ediplerine de tesir etmiş bir şöhrettir. Devrinin sosyal hayatına ve cemiyet dâvâlarına fazla ilgi duymayan şair, âşıkâne duygularla söylenmiş şiirleriyle tanınmaktadır. Hattâ gazel söyleyen divan şairleriyle arasında bir uygunluk göze çarpar. Söylediği, koşma, semai, türkü ve türkmanî gibi şiirlerde divan şairlerinin kelime ve kafiyelerine yer verir.

Âşık Ömer ise, muhtemelen Konya’da, bugün Gezlevi şeklinde anılan Gözlevi’de doğmuş bir şairdir. Savaşlara katılmasının verdiği bir halle Rus, Avusturya ve Venedik harplerine ait manzumeler yazmıştır. Zaten o, Dördüncü Mehmed, İkinci Ahmed ve İkinci Mustafa gibi padişahların devrini idrak eden bir şairdir. Gezici bir şair olması, Âşık Ömer’in diğer bir yönüdür. Bütün bunların yanında onun Türk saz şairlerinin üstadı sayıldığı da bir gerçektir. Şiirlerine nazîreler söylenen Âşık Ömer, yüksek zümre şairleri tarafından da üstün tutulmuştur.

Ola Âşık Ömer’in cilvegehî adn-i celîl

mısraından anlaşıldığına göre, 1707 tarihinde vefat etmiştir.

Yine 17. yüzyılda Kuloğlu Kâtibî, Kayıkçı Kul Mustafa, Öksüz Ali gibi halk şairleri yanında Girit’te yetişen ve savaşa katılan Âşık Seyyâhî’yi de saymak gerekir. Ancak Girit Savaşını işleyen Keşfî, Üsküdarî, Yamak, Kul Muslu, Memioğlu, Şahinoğlu ve Mecnûn’u da zikretmek lâzımdır.

Bu yüzyılda Kerem ile Aslı ve Âşık Garip gibi hikâyelerinin teşekkül ettiği; Karagöz ve Kukla oyununun ortaya çıktığı görülmektedir.

On yedinci yüzyılda divan şiiri, devletin duraklama devrine girmesine rağmen yükselmesine devam etmiştir. Bu, aslında, mimarlık gibi, diğer sanat dallarında da kendini göstermiştir. Bu asrın padişahları da şiiri elden bırakmamışlardır. Adlî mahlasını kullanan Sultan Üçüncü Mehmed, şiirlerinde Peygamber efendimize duyduğu derin muhabbet ve saygıyı eksik etmeyen ve Bahtî mahlası ile şiirler yazan Sultan Birinci Ahmed; Fârisî’yi mahlas olarak kullanan Sultan İkinci Osman Han, hep şair hükümdar olarak karşımıza çıkarlar. Asrın büyük padişahı, Bağdat Fatihi Sultan Dördüncü Murad Hanın bu padişahlar arasında mühim bir mevkii vardır. O da şiir söyleyen padişahlar arasında yer alır. Şiirlerine sert tabiatı, heybetli hâli aksetmiştir. Bunu takip eden şair padişah Sultan Dördüncü Mehmed’dir.

On yedinci yüzyılın en büyük şairi Nef’î'dir (1575-1635). Erzurum’un Hasankalesi’nde doğmuştur. Asıl adı Ömer’dir. Şiirinde şimşekler çakan bu şair, kelime seçmede çok mahirdir. Ses yüklü olan mısralarında, ses ve söz arasındaki uyumu sağlayan şâir:

Hem yazar hem tutarım nağme-i kilke âheng

mısraında şiirini anlatmadan geçemez. O, şiirde ses unsuruna değer vermiştir. Ona göre, şiir, mânâ ve söyleyiş bakımından kusursuz olmalıdır. Bu bakımdan divan şiirine heybetli söyleyiş kazandırmış, şiir lisanına kulağa hoş gelen bir ahenk ve ses vermeye muvaffak olmuştur. Onun bir başka hususiyeti, şiirlerinde hicve kaçmasıdır. Bu belki şairin keskin ve ince zekâsının akisleridir. Ancak, hiciv, şairin hayatına mal olmuştur. Kasideciliğiyse bir başka meşhur tarafıdır. Bu vadide, edebiyatımızın en önde gelen siması olup, klasik edebiyatımızda kaside üstadı olarak bilinir. O yerdiği kadar yükseltmesini ve övmesini de bilen şairdir. Onun, Mevlevî tarikatında olması diğer bir yönüdür. 1635'te katledilmiştir. Öldürülmesine:

“Katline oldu sebeb
Hicvi hele Nefî’nin”

Beytinde olduğu gibi hicvi sebep olmuştur. Bu mısra ayrıca onun ölümüne düşürülmüş bir tarihtir. Farsça şiirler de yazan şairin bu dilde bir Dîvân’ı vardır. Diğer eserleri; Türkçe Dîvân’ı ile hicviyelerinin toplandığı Sihâm-ı Kazâ’sıdır.

Şeyhülislâm Yahya (1561-1644), güzel ve zarif gazelleriyle devrin diğer bir divan şairidir. Bu ilim ve devlet adamının aydınlığa açılan hür bir sanat havası vardır. Dîvân’ındaki şiirler 17. asır Türk sanat dünyasının duygu ve düşüncelerini aksettirmektedir. O, asrında, Bâkî ile Nedim arasında bir köPage Rankingü gibi görülür.

En önemli eseri Dîvân’ıdır. Sâkinâme’si 77 beyitlik küçük bir mesnevîdir. Ferâiz Manzumesi Şerhi, İbni Kemâl’in Nigâristân’ını tercümesi vardır. Fetvâları, Fetâvâ-yı Yahya adıyla toplanmıştır.

Divan şiirinin üstad şâirleri arasında yer alan Nâilî (ölm. 1666), asrın kudretli ve şiirde mânâ derinliğini veren şairlerindendir. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Şiirlerine nazîreler söylenmiştir. Bilinen tek eseri, Dîvân’ıdır.

Şeyhülislâm Behâyî (1601-1653), devrin bir başka şairidir. Tâcü’t-Tevârih sahibi olan Hoca Sâdeddin Efendinin oğlu olup, devlet memuriyetlerinde çalışmıştır. Bu şair de şiirinde, asrın diğer şairlerinde olduğu gibi ses güzelliğine düşkündür.

Asrın önde gelen iki Mevlevî şairi Neşâtî (ölm. 1674) ve Cevrî'dir (ölm. 1654). Neşâtî, Edirne’de Mevlevî tekkesinin şeyhidir. Hocalık vasfıyla tanınmış olup, Üstâd-ı Üstâdâne-i Rûmî olarak Esrar Dede tarafından Tezkiresinde zikredilmektedir.

Dîvân’ı eserlerinin başında gelir. Hilye-i Enbiyâ ve Şehrengiz’i vardır. Nef’î tesirinde bir şâirdir.

Cevrî ise Celâleddîn-i Rûmî’ye candan bağlı, derviş, çalışkan ve sanatkâr bir şâirdir. Dîvân’ından başka Hilye-i Çâryâr-ı Güzîn, Aynü’l-Füyûz adlı eserleri de vardır.

Vecdî (ölm. 1660), Fehîm-i Kadîm (ölm. 1648), Nedîm-i Kadîm (ölm. 1670), asrın dîvân sahibi diğer şairleridir. Ancak bu asırda rubaî tarzında, Azmîzâde Haletî’yi anmak yerinde olur. Haletî, ilim yolunu seçmiş, müderris olmuş, kadılıklarda bulunmuş bir şairdir. Rubaîleriyle haklı bir şöhret kazanmıştır. Dîvân’ından başka Sâkinâme’si ve Münşeât’ı vardır.

Yaşı bakımından 18. yüzyılın ilk çeyreğine de taşan Nâbî, 17. yüzyılın terbiye ve tefekkür ekolünü açan şairdir. Asıl adı Yusuf olup, Urfalıdır (Ruha). Şiirlerinde açık fikre ve didaktik bir düşünceye yer vermiştir. Bu itibarla onda bir sâdelik görülür. Rindâne ve sûfiyâne söyleyişe sahiptir. Kadere rızası tamdır. Farsça şiirler de yazmıştır. Dîvân’ı, Hayriyye’si, Sûrnâme’si ve Hadîs-i Erbaîn Tercümesi, manzum; Fetihnâme-i Kameniçe, Tuhfetü’l-Harameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysî ve Münşeat’ı mensûr eserlerini teşkil eder.

Bu yüzyılın mesnevî edebiyatında Nev’îzâde Atâyî (1583-1636) ön sırayı işgal eder. Hamsesi Âlemnümâ, Nefhatü’l-İzhâr, Sohbetü’l-Ebkâr, Hefthan ve Hilyetü’l-Efkâr adlı eserlerden meydana gelmiştir. Ayrıca TaşköPage Rankingüzâde’nin Şakâyıku’n-Numâniyye’sine Hidâyetül Hakâyık fî-Tekmileti’ş-Şakâyık adlı bir zeyl de yazmıştır.

Yine bu yüzyılda Mîrâciye ve Şehnâme’siyle mesnevî edebiyatı içinde görülen Ganizâde Nadirî (ölm. 1626), mesnevî edebiyatı yönünden üstünde durulması gereken bir şairdir. Yukarıda bahsedilen Nâbî de, Hayrâbâd ve Surnâme’siyle bu vadide anılması gereken bir şahsiyettir.

Asıl adı Alâeddin Ali olan, Bosnalı Sâbit, bu asırda Nâbî Mektebi tesirinde kalan bir başka mesnevî edebiyatı şairidir. Dîvân’ı bulunmasına rağmen o, şöhretini mesnevîleriyle yapmıştır. Zafernâme en kuvvetli mesnevîsidir. Edhemü Hümâ adlı mesnevîsi eksik kalmıştır. Derenâme ve Berbernâme adlı mesnevîleri, daha ziyade avâmîdir. Amr-i Leys adlı mesnevîsi ise küçük bir eserdir. Ayrıca manzum olarak ele aldığı bir Hadîs Tercümesi de vardır.

Bu asrın nesrinde ön sırayı işgâl edenler Nergisî (ölm. 1635) ve Veysî'dir (1561-1628). Nergisî mensûr olarak bir hamse (beşlik, beş eser) kaleme almıştır. Eserlerinde hiç alışılmamış ve kullanılmamış kelimelere yer veren Bosnalı Nergisî, bunu bir alışkanlık hâline getirmiş ve söz güzelliğini, sanatlı söylemede aramıştır. Devrin nesir sahasında kurucusu ve öncüsü hükmündedir. Aynı zamanda şiirler de söylemiştir. El-Kavlü’l-Müselleme fî-Gazavâti’l-Mesleme, Kânunü’r-Reşâd, Meşâkk-ül-Uşşâk, İksîr-i Saâdet ve Nihâlistan adlı eserleri hamsesini meydana getirir.

Alaşehirli Veysî de nesirle şöhret bulmuştur. Şiirleri de daha çok devrin içtimaî meselelerine yer vermiştir. Dürretü’t-Tâc fî-Sâhibi’l-Mi’râc adlı siyer kitabından başka Vâkıanâme veya Hâbnâme-i Veysî adlı eserleri vardır. Dîvân’ının dili, nesrine göre açık ve sadedir.

Nesir sahasında diğer şahsiyetlerden biri de Kâtip Çelebi'dir (1609-1660). İstanbullu olan Kâtip Çelebi, hususî hocalar vasıtasıyla yetiştirilmiştir. İlme bağlı ve ilmin zevkini tadan bir şahsiyettir. Cihânnümâ, Keşfü’z-Zünûn, Fezleke ve Mîzanü’l-Hak onun bıraktığı en mühim eserlerdir.

Seyahat edebiyatı içinde yer alan Evliya Çelebi (doğ. 1611), ilmî, edebî ve tarihî bir şahsiyete sahiptir. Nerede ve kaç yaşında öldüğü belli değildir. 10 ciltlik seyahat kitabıyla, Osmanlı Devleti'nin her tarafından bilgiler getirmiştir.

On yedinci yüzyılın nesir sahasındaki diğer şahsiyetleri, tarihî eser yazanlardır. Bunların başında Peçevî İbrahim Efendi (1574-1650) gelir. Târih-i Peçevî adlı eseriyle meşhurdur. Mustafa Nâimâ (1655-1716) ise kendi adıyla anılan Ravzatü’l-Hüseyn fî-Hulâsat-i Ahbâr-ı Hafıkayn adını verdiği tarihini Amcazâde Hüseyin Efendiye ithaf etmiştir. Koçibey de âlim, şâir ve münşîler arasında yer alır.

Asrın kritiğini yapan eserler olarak karşımıza çıkmalarına rağmen, bu asırda görülen tezkireler, 16. yüzyıl tezkirelerine kıyasla aşağıda kalırlar. Nesir sahasında yer alan bu eserlerin başlıcaları; Riyâzî Mehmed Efendinin (1572-1644) Riyâzü’ş-Şuarâ’sı; Kafzâde Fâizî'nin (1589-1622) Zübdetü’l-Eş’âr’ı, Ali Güftî'nin (ölm. 1677) Teşrifatü’ş-Şuarâ’sı; Âsım'ın (ölm. 1676) Zeyl-i Zübdetü’l-Eş’âr’ıdır.

Yine 17. yüzyılın nesir sahasında yazılan ve ihmal edilmemesi gereken eserleri, Mesnevî şerhleridir. Asrın ilk büyük Mesnevî şârihi (şerh edicisi), Ankaravî İsmâil Rüsûhî Efendi'dir. Bostan Çelebi’den hilâfet alan Şârih-i Mesnevî, Galata Mevlevihânesi Şeyhi olmuştur. Rüsûhî mahlasıyla şiirler de yazan Ankaravî’nin, yedi ciltlik Mesnevî Şerhi’nden başka, Câmi-ul-Âyât, Fâtih-ul-Ebyât, Miftâhü’l-Belâga, Misbâhü’l-Füsehâ, Hüccetü’s-Semâ ve Minhâcü’l-Fukarâ adlı eserleri de vardır.

Sarı Abdullah Efendi de (1584-1660), asrın Mesnevî şârihlerindendir. Eserinin adı, Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî’dir. Ayrıca Nasihâtü’l-Mülûk, Düstûru’l-İnşâ, Meslekü’l-Uşşâk ve Semerâtü’l-Fuâd adlı eserlerini zikretmek gerekir.
Resim
Kullanıcı avatarı
Fordestiny
Mesajlar: 35
Kayıt: 30 Haz 2010 11:33

I like darkness, I don't know what the sun is for
alik1818
Mesajlar: 73
Kayıt: 17 Haz 2010 22:32

İsmet Özel okuyan, anime forumlarında gezinen bir adam. Mutlu oldum.
Celebhol
Mesajlar: 11624
Kayıt: 28 Tem 2010 00:02
Favori Anime: -

...
En son Celebhol tarafından 12 Haz 2018 06:43 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Cevapla

“Sanat Köşesi” sayfasına dön