Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

Bozkırın Arayışı

Müzik, yazı, fotoğraf, resim, sinema, televizyon, opera vb ilgilendiğiniz sanat dalları hakkında yazabileceğiniz yer.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

1.Bölüm Geçmişle Yüzleşmek


“Yansız bir tarih nasıl yazılır biliyor musun Ovidia?” dedi Nickoy Waldemer ateşin başında oturmuş ayaklarını uzatırken bir yandan sazının tellerini düzeltmeye çalışıyordu.

Elinde bir top kağıt ve tüy kalemle yanına diz çöken Ovidia gözlerini devirdi. Nickoy bunu ona defalarca söylemişti zaten. “ Mürekkeple ve taraf olmamakla.”

“Aynen öyle.” dedi Nickoy ama yüzünü buruşturmuştu, kafası karışık gibiydi. Ağzını buruşturarak sazını bir kenara koydu. Beyaz saçlı yeşil gözlü güzel genç kıza baktı. “Bugün ne hikaye anlatalım bakalım.”

Ovidia bir an duraksadı, tüy kalemi ağzına götürdükten sonra beyaz kaşları çatıldı. Yeşil gözlerindeki sert parıltı Nickoy’inkilerle buluştu.
“Ben bizim peşimizdeki adamı merak ediyorum, Usta Greece ile Torano’yu bu hale getiren adamı.”

“Are’yi mi?” dedi Nickoy’yun yüzünde eğlenme ifadesi vardı. “Bana pipomu tekrar yaktıracaksın çocuk. Hem onu yazman için erken harf kodlarına o kadar iyi alışmadın. ”

“Piponu yakmak falan yok ortalığı dumana boğacaksın.” Dedi Ovidia öfkeyle kurumaya bırakılmş olan pipoyu hızlıca alıp Nickoy’dan uzağa koydu. Bir an sonra kıvılcım saçan yeşil gözleri birden yumuşadı başını hafifçe yana eğmişti.“ Belki de hikayeyi tam olarak anlatırsan hikayenin yarısına doğru verebilirim sana piponu.”

“Emin misin bu uzun bir öyküdür?” dedi Nickoy dedi şapkasını çıkarıp saçlarını düzeltirken göz ucuyla Ovidia ‘ya bakıp cebinden sarma tütün yani Barikedo çıkardı ateşten bir dal alıp yakarken gülümsedi. “ Ayrıca bana hikaye anlatmam için pipodan daha fazlasını verecek bir çok kız gördü bu gözler.”

Ovidia bir an için kıpkırmızı kesildı, Nickoy gülümsemesi kahkahaya dönüştü ve ağzındaki dumanı havaya savurdu. “Neyse, dediğim gibi bu uzun bir hikayedir, tamamını anlatmaya ne benim takatim ne de senin mürekkebin yeter. Zaten 2. Çağdan öncesini eski kitaplardan da bulabilirsin, benim anlatacağım kısım Are’nin nasıl Are olduğuyla alakalı. Are’nin kendini arayışı hikayesi bu Bozkırın içinde çınlayan sesini bulma hikayesi” dedi bir an duraksadı gözleri alacalı gökyüzündeydi. “Bozkırın Arayışı... bu hikayeye yakışan bir isim. Başlığı attığımıza göre şimdi başlayabiliriz. Al eline kalemi


Justisar’da dokuz ilkdoğan vardı, sekiz tanrının dokuz sureti, halkların koruyucuları ve yol gösterenleri.

İlki, ormanın üstünde yaşayan İlkyürüyenlerin kralıydı. Halklara yön gösterirdi, dirayetliydi ve bilgeydi ama ne yazık ki, kibirliydi. Adı Elrohir’di

İkincisi, Demir ve nehir arasında yaşayan, büyü ile kılıcı birleştirmiş irfan sahibiydi, gelecek onun ellerindeydi ama ne yazık ki naifti. Adı Endimiyon’du

Üçüncüsü ve dördüncüsü ikizlerdi, her yerde yaşayan kaosun çift yüzleriydi büyünün gücünü halklara öğretenlerdi ama ne yazık ki açgözlülerdi. Adları Rubingard ile Simarios’tu.

Beşincisi kabzasız bir kılıçtı, keskindi. Keskin kayalıklarda orman kenarlarında yaşardı, Keskinkılıç denilirdi bu yüzden, savaşı halklara o öğretti ama ne yazık ki, hasetti. Adı Archiond’du.

Altıncısı, kanlar diyarının hükümdarıydı, soğuk ve soluktu halklara karanlığın gücünü o gösterdi ama Ne yazık ki dikkatsizdi. Adı Cho’ ydu.

Yedincisi, dağların altında yaşayan, şekillendirici idi. Yapı yapmayı, halklara o öğretti, yazıyı ilk o kullandı ama ne yazık ki korkaktı, Adı Kahrun’du.

Sekizincisi, ormanların hanımıydı, yaşayan hayvanların bitkilerin dostu koruyucusuydu, halklara doğanın gücünü o tattırdı ama ne yazık ki umursamazdı. Adı Elwing idi.

Dokuzuncusu ise, Bozkırın efendisiydi kanla yoğrulmuştu savaşla pişmişti, halklara silahı o göstermişti. Ama ne yazık ki öfkeliydi. Adı Are idi.

Dokuz ilkdoğan ilk gün kavuştuğunda dokuz tepenin en büyüğünde Prolinde buluştu, Justisar’ın günlerinin devri böyle hasıl oldu. Şimdi çoğu bu topraklarda yürümüyor artık çoğuda silik hatıralarla unutuldu, bizim hikayemiz hem unutulmuş hem de hatırlanmış biriyle alakalı öfkesinin halkları süpürdüğü bir ilkdoğan hakkında

Are hakkında




Justisar Günlükleri II. Kısım Bozkırın Arayışı

2. Çağ 1102



Justisar’ın özgür halkları İblislerin dalga dalga olan saldırılarından dolayı umutsuzdur. İblisler, Gece elflerinin yurtlarından etmiş bir çoğunu kılıçtan geçirmiştir. Ancak 1000 yılında yapılan Elrohir’İn komutasındaki İlk savaş İblisleri durdurabilmiş, Barbarların Reisi Are; İblis-kral Archiond’u yaralayabilmişti. Ancak yine de kayıplar büyüktü. Gece elflerinin ordusunun yarısı ile birlikte Gece Kralının oğlu Arfil de ölenlerin arasındaydı.

Bunun üzerine Gece Kralı Elrohir, özgür halkların hepsini toplamış toplu bir savaş başlatmıştı ancak İblisler ise Derin karanlıkta yaşayan güçlü yaratıkları olan Duegar’larla anlaşmıştı. Ani bir saldırı, Darkon ırkının nerdeyse kıyımına yol açmış. Darkonların lideri Kahrun ölmüştü. Bu çaresizlikte, ölenlerin, yitip gidenlerin adına sonu ermeyen savaşı nihayete erdirmek için bir barış görüşmesi için Sendar’ın Kılıç Ustalarının efendisi Endimiyon, Archiond ile görüşmeye gitmiş. Ancak İblis-Kral hain bir planla kendi çadırında Endimiyon’u öldürmüştü.
Bunun üzerine Barbarların Reisi Are diğer halklara saldırı düzenlemelerini önermiş, Diğer halklardan Astgar Kralı Cho özellikle bu işe pek yanaşmamıştı. Orman elflerinin koruyucusu Elwing ise sınırlarına müdahale olmadıkça saldırmayacaklarını açıklamışlardı. Gece Kralı Elrohir, aniden Sibben şehrine herkesin arkasından tuhaf konuştuğu Ejderha Rüzgarbiçen Glaroth ile konuşmaya gitmişti. Bunlar üzerine Bozkırın Efendisi, Barbarların Reisi, İlk Barbar Are bu korkak adamlara daha fazla dayanamayacağını söyleyerek ordusunu kuzeye doğru geri çekmiş, Halkından ayrılarak şamanların kendi iç arayaşlarına benzer bir arayışa katılmak istediğini söyleyip. En kuzeye gitmeyi amaçlamıştı.

Amacı ne arayıştı ne de başka bir şey, onun amacı Kuzeydeki gizli kapıdan geçip Tanrılar ile konuşmak, bu kirli savaşa bir nihayet bulmaktı.



Uzun boylu adam gökyüzüne baktı. Gökyüzü kasvetli bir griydi soluk ve fırtınalı tıpkı kendi öfke dolu yüreği gibi. Derin bir nefes aldı soğuk havanın ciğerlerine işlemesine izin verdi. Sol kolunu dirsekten kırıp omzuna dayayarak tuttuğu kalın bohçasının üzerinde yol için gerekli bir çok malzeme vardı. Yol battaniyesi, aş kabı, iki tip ip çadır pançosu.. Ancak silah yoktu.

Kar hafif hafif atıştırırken gökyüzünde önündeki çam ağaçları giderek belirginleşmeye başlamıştı. Bozkırın sınırından çıktıktan sonra Forward şehrinin batısınından kıvrılan eski bir yola sapmıştı, yolun ilerisinden çıkıp gelen köylüler bu iki buçuk metrelik dev gibi savaşçıya değil soru sormak görür görmez nerdeyse kaçışırcasına yönlerini değiştirmişlerdi.

Bunda da hiç haksız değillerdi, Barbar yüzünde ve mavi gözlerinde derin bir öfkeyle yürüyordu. Attığı adımlar her defasında biraz daha sert biraz daha öfkeliydi. Sol elinde tuttuğu omuzunun arkasına attığı bohçası geniş sırtına doğru çarparken sağ eli boştaydı ama bir an bile gevşek değil. Sağ elini bir mengene gibi sıkarak sertçe yumruk yapmıştı. Her adım attığında bile sabit kıpırtısızdı. Uzun sarı saçları, kısa deri kalpağının arkasından kurtulmuş özgürce rüzgarda savrulmaktaydı.Bazen bu sarı saçlar uzun yüzüne, geniş ağzına ve vücuduna uymayan narin burnuna çarpıyor, Are ise bu rahatsızlıktan başını çevirerek kurtulmaya çalışıyor ancak bunu pek başaramıyordu.
Kafası düşüncelerle doluydu Bozkırın Efendisinin, genç çehresinin derinliklerindeki çizgiler artık bazı şeylerden yorulduğunu hissettirir gibiydi. Boştaki eli bir için kemerindeki matarasına gitti, ancak yarı yolda durakladı. Sahi o matarada sadece su vardı. Latta’yı, Silahlarını ve Labeuf’u, İlk Mabet bölgesine bırakmıştı. Tamamen arınmak için, onların karşsısına tamamıyla özgür ilk haliyle çıkabilmek için.

Güneyde yapılan zülüm ve dehşet, onların tabiatlarında en ufak bir duygu bile uyandırmıyordu demek ki. Onların inayeti için geçilen bu yolda onlar için hem de halkı için savaşmıştı kan dökmüştü, geride sevdiğini bırakmış, kan içindeki ihanetlerde yüzmüştü. Şimdi ise bir çok kişinin ölümü ile başlayıp süre gelen bu döngüye belli ölçekte bir dur deme zamanıydı. Yüce Kedfith derslerinde her zaman dengenin öneminden bahsetmez miydi? Kahretsin, bu denge ne zaman bu kadar bozulmuştu. Bir zamanlar yan yana omuz omuza savaştığı dostu, yoldaşı, kardeşine ne zaman kılıç çeker hale gelmişti.

Archiond, uzun dev cüssesinin altında ne keyfe keder gülüşler barındırırdı. Onunla beraber, savaştıkları kadar beraber gülmüş beraber ağlamışlardı. Korkudan sindikleri günlerde de ihtişamla zaferlere yürürken de onlar vardı yanında. Archiond, Elrohir ve diğer altı ilkdoğan, onlar hep kardeş gibi yetişmişti. Kendileri Tanrılar tarafından halklara ve farklı ırklara liderlik etmeleri ve yön göstermeleri için seçimişlerdi. Başlangıçta dokuz kişiydiler şimdiyse sayıları yedi kişiye kadar düşmüştü. Hain bir pusuya kurban giden Endimiyon ve kolları arasında ölen Kahrun, bu ölümlere Tanrılar hiç ses çıkarmamıştı.

“Birlikte tüm Justisar’ı yönetebilirdik.” demişti Archiond ona ağzı kan ile doluyken. Göğsündeki kılıç yarasına dokundu bunu açarken bir an bile duraksamamıştı. Sonra Endimiyon’un yüzü gözünün önüne geldi, mor saçları rüzgarda dalgalanırken yüzü bu kez ciddiydi.

“Merak etme, bizim koca oğlan akıllanacaktır. Hep öyle olmadı mı zaten? ” demişti. Bu onun son sözü olmuştu. Archiond’a inanması onu ölüme götürmüştü. Boştaki eliyle yumruğunu daha da sıktı, öyle ki bütün omuzu titredi. Açık mavi gözlerinde biriken yaşlar havada savruluyor yanağında ince keskin bir iz bırakıyordu.

Bir kaç adım attıktan sonra öfkeyle soğuk toprağa attı bohçasını hava ıslanmadan, ateş yakmalıydı. Hızlı adımlarla çalı çırpı topladı. Küçük bıçağıyla dalları sivritip, bir çadır biçimini aldırdı çadırın içinden dışarı taşacak kadar kuru ot bulmayı başarmıştı. Ellerini birleştirip bir dalı hızla diğer dala sürterek ateşini yaktı. Alevler önce ince bir duman sonra da küçük harlar halinde yanmaya başladı. Are mırıldanarak elini yine matarasına götürdü, sonra içinden küfrederek. Bohçasından kurutulmuş at eti çıkardı. Et fazla tabaklanmış ve tuzluydu, ancak halkının elinde sadece atları kalmıştı, ne hayvan ne ağıl hepsi iblis tehdidi ve gizli akınlarla yok edilmişti. Halkı açlıktan kırılırken burada kendisine bey sofrası kurmazdı.

Eti yavaşça yerken, arkasından yaklaşan bir ses duydu. Bakışları bir an durgunluşan Are eti yavaşça elinden bıraktı ve omuzunun üzerine doğru döndü. Mavi gözleri ona doğru bakan kısık kızıla çalan kahverengi gözlerle keşişti. Are umursamayarak ağzına gelen bir kemiği yere tükürdü.

“Bas git Simarios.” Dedi soğuk bir sesle mavi gözleri buz gibiydi ateşin ışığında öfkeyle yıkanmış gözüküyordu.

Simarios Snaga bir kaç adım atarak önüne geldi. Gri cüppesi uzundu ve yıpranmıştı. Kafasında düz gri bir şapka vardı, Bu şapkanın yanında ufak siyah bir tüy dikkat çekiciydi. Bunun yanında uzun siyah sakalları omuzlarından aşağıya dökülen beyaz saçlarıyla tamamıyla zıttı. Omuzları bir büyücüye göre genişti, dişbudak asasını tek eliyle sertçe kavramıştı. Ona doğru tepeden bakarken gözlerinde her zamanki alaycılıktan eser yoktu. Sanki bir hüzün ifadesi geçiyordu onun gözlerinde derin bir kuşku belki de...

Are çenesini kaldırıp ona doğru baktı. Simarios Snaga onun bakışından kaçarak derin bir hıh sesi çıkarıp karşısındaki taşa oturdu. Asasını omzuna dayayıp cebinden uzun kalın bir pipo çıkardı, ve içini doldurmaya başlarken homurdanmaya devam ediyordu. Ufak bir alet çıkarıp piponun dibini kazımaya başladı, bir süre uğraştıktan sonra sol tarafına astığı keseden tütün çıkarıp piponun içine bastı. Elinin bir hareketiyle parmağının ucunda küçük bir alev belirdi. Alevi piponun tütününde gezdirirken piponun üzerinden ve Simarios’un ağzında dumanlar belirdi, Hava ayaza keser önlerindeki ateş giderek küçülürken Are’nin burnuna o eski dirhem tütününün kokusu geldi.

Derin bir iç çekti, geçmişte bu tütünü Endimiyon ile az mı içmişlerdi. Sendar’ın ekim alanlarında bol bol tütün yetişirdi, Sendar’ın tütününe Dirhem derlerdi. Dumanı içine çekerken bir an da olsa eski günlere gitti aklı ama düşünceleri Simarios’un pes gırtlaktan gelen sesiyle bozuldu.

“Ne amaçla gideceksin ha?” dedi Simarios boştaki eliyle sakalını çekiştirirken bakışları iri barbarın üzerindeydi.

Gözlerini kor ateşten çekmedi Are bakışları donuk ve hissizdi. “Adalet için.” dedi zor duyulabilecek bir fısıltıyla

“Hah” diye güldü Simarios gülerken bir tutam duman havaya karıştı sonra ciddileşerek ateşe doğru eğildi. Gözleri kor gibi yanıyordu. “Bana palavra atmayı bırak, yaralarını yalamak için kaçan köpeklerin adaletten bahsetmeye hakkı yoktur.“

Are hızlı bir haraketler büyücünün gırtlağına yapıştı, piposu karların arasına düşerken “ Sen ne diyorsun Simarios .” diye kükredi,Bozkırın Efendisi. Kasları boğum boğum olmuş kolu kasılırken tek eliyle büyücünün gırtlağını sıkıyor yavaş yavaş havaya kaldırıyordu.
Ama büyücünün yüzünde geniş bir sırıtma vardı, Gözleri delice açılmıştı gırtlağı sıkılırken zor bela birkaç kelime söyledi “Bana da mı saldıracaksın?”

Are’nin bir an gözünde bir an Archiond ile savaşı belirdi, hızlı bir öfkeyle büyücüyü ileriye fırlattı. “Git burdan nifak tohumu elimden bir kaza çıkacak.”

Büyücü üzerini başını temizleyip asasına dayanıp ayağa kalktı. “ Ben nifak tohumuyum öyle mi?” dedi elinin bir hareketiyle yere düşmüş piposu ağzında belirdi, pipo sönmüştü Simarios yüzünü buruşturdu. “ Sen, benden bile daha büyük bir nifak tohumusun haberin yok.”
Are başını kaldırıp büyücüye baktı. “Ne saçmalıyorsun?”

“Bugün Endimiyon öldüyse senin suçun diyorum Kaz Kafalı.” dedi Simarios piposunu yakarken, dudağını büktü. “Endimiyon’u severdim halkını hiç sevmediğim kadar, biraz aptaldı gerçi ama yine de senin gibi önüne gelene dalmıyor, ya da başımızdaki melankolik drama kralı gibi kendini dağlara vurmuyordu. “ derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. “ Sen hangi akla hizmet, Gece elfleri ile İblislerin savaşına karışırsın be adam. Halkını ateşe nasıl atarsın?”

“Sanki senin çok umrundaydı halkım Simarios?” dedi Are öfkeyle soluyarak sönmeye yüz tutmuş ateşe bir kaç odun daha attı. Ateş hafifce tıslayarak çıtırdamaya devam etti. “ Hem olan oldu, geçmiş geçmiştedir diyen de sendin. Ne oldu birden o taş kalbinde bir şeyler mi filizlendi?”

“Hala umrumda değil. Mesele umrumda olması da değil zaten ama çpk merak ediyorsan...” dedi Simarios Snaga nerdeyse tıslayarak kızıla çalan kahverengi gözleri kısılmıştı. “Benim umrumda olan, Oyun kuracak bir alana sahip olmaktır daima böyleydi. Archiond zaten gerizekalı bir savaş budalasıydı,kontrol edilebilirdi ama şimdi sen öyle bir şey yaptın ki iyice kontrolünü kaybetti, gitti Endimiyon’u öldürdü.”

“Sizin yüzünüzden.” dedi Are yüzünde derin bir öfkeyle, gözlerinin yaşı yanaklarını ıslatıyordu. “Onu kurtarmaya bile gitmediniz?”

“Ne yapmamızı bekliyordun, nerdeyse büyü işlemeyen bu yaratıklara tek başımıza dalmamızı mı?” dedi Simarios elini sallayarak, “ Zaten Endimiyon’u oraya elçi olarak göndermek de bir hataydı. Neyse, dediğin gibi olanlar oldu ama burada soğukta mal gibi dikilmek bir halta yaramayacak.”

“Bütün bunlar bir sona erecek, Archiond bir kardeşimizi öldürdü.” Dedi Are derin derin soluyarak, ağzından çıkan buharlar havaya karışıyordu. Başını öne doğru eğdi. “ Bunun bedelini ödeyecek.”

“O kardeşimizi öldürdü de sen kaç kardeş öldürdün Are. Kaç oğul kaç baba öldürdün, kaç çocuk kaç bebek katlettin.” dedi Simarios ve ardından ekledi. “ Mesele öldürmek değil, hepimiz bir çok şey öldürdük. Bana martaval okumayı bırak, intikam aramaya karar vermiş bir adam intikam alır, burada saklanmaz. O gün sen Archiond ile savaştığında onun yenilmezliği kırıldığı kadar seninkide kırıldı. Archiond’u hazırlıksız yakalamana rağmen yenemedin, büyülerinden korktun şimdi ise kuzeye güç dilenmeye gidiyorsun.”

Are, bir an içindeki öfkeyle ona doğru saldırmak için başını kaldırdı. Bu sefer kafasını kara gömecekti. Ama Simarios Snaga orada yoktu, ama oturduğu yerin izi ve piposunun külü orada durmaktaydı. Are derin derin iç çekti. Archiond, haddinden fazla güçlenmişti, Simarios bir noktada haklıydı ama o kanlı oyunların kurucusu ihtiyar bir nifak tohumuydu.

Gözlerinde mübbet bir hüzünle ayağa kalktı, Simarios’un o zehirli dili, yüreğine tesir etmişti. Savaşlardan, ölümlerden geçmişti ama ihanetle sınanmamıştı. Belki de Archiond’a saldırdığındaki o delirmişlik, o derin hayalkırıklığı korkutmuştu onu. Eski Archiond’un son izlerinin de vurduğu baltayla silindiğini fark etmişti. Elini bir an alnına doğru götürdükten sonra gözlerini kuzeye dikti. Daha önünde uzun bir yol vardı ve belirsiz bir gelecek.

Bohçasını alıp sırtına vurduktan sonra hızlı adımlarla yola koyuldu.
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
karlidag
Mesajlar: 222
Kayıt: 18 Kas 2013 11:35
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Naruto,bleach
Favori Anime: Naruto,Bleach,D.Grayman,FulMetal Alchemist,One Piece
Konum: Derzulya

Beni kalbimden vurdun be adam.Muazzam bir öykü ve geri dönüş.sakin yarım bırakayım deme.
GUMUS RENGİ KANATLARİNİ SONUNA KADAR ACTİ BASMELEK CEBRAİL.KAFASİNİ HAFİF CEVİREREK KANLAR İCİNDEKİ İBLİS VE MELEK TAVUSA BAKARAK
"HALA SORGULUYORMUSUNUZ"
"BU BİR SON DEGİL MELEK CİBRİL" DEDİ İBLİS KUZGUNİ KANATLARİNİ ACARAK. CEBRAİL'İN ELİNDEKİ AZRAİL'İN İLAHİ TİRPANİ BİR KEZ DAHA HAVAYA KALKTİ VE FİSİLDAYARAK;

"DAHA BASLAMADİKİ'..........
Kullanıcı avatarı
Diabolus Ipsum Amans
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 12051
Kayıt: 18 May 2010 22:56
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas
Favori Anime: One Piece
Konum: OutLanD
İletişim:

Mangatürk hikayesini yaz. OKUMUYOR PROTESTO EDİYORUM!
Betrayer... In truth, it was I who was betrayed. Still, I am hunted. Still, I am hated. Now, my blind eyes can see what others cannot.
Kullanıcı avatarı
Todomeda
Mesajlar: 4526
Kayıt: 14 Ağu 2012 00:24
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: -
Favori Anime: -

Diabolus Ipsum Amans yazdı:Mangatürk hikayesini yaz göt. OKUMUYOR PROTESTO EDİYORUM!

Admine +1
I am blind, not deaf. -
► Spoiler Göster

► Spoiler Göster
- No estoy loco, mi realidad
es diferente a la tuya
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

karlidag yazdı:Beni kalbimden vurdun be adam.Muazzam bir öykü ve geri dönüş.sakin yarım bırakayım deme.
karlıdağ kurdun savaşının devamını da yazdım ona da bir bakıp yorum at istersen. =) Bu aralar yazmaya çalışacağım ya.

İsmail.

Sen bu öyküyü oku adam gibi yorum yap, Mangaturk'ü her türlü yazarım sen rahat ol. Bir de dua et atanırsam peşi sıra gelir öyküler.
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

BÖLÜM 2: Kuzeyin Nefesi

“Çaylar hazır.” diye bir ses yükseldi arkalarından, Nickoy anlatmayı keserek genzini temizledi, elindeki bitmiş barikedoyu atıp gelen kadına baktı.

Gelen kadının saçları hafif dalgalıydı ve omuzlarından kıvrım kıvrım dökülüyordu. Soluk turkuaz elbisesinin önü açıktı, yeşim taşından yapılmış kolyesi parlak mavi gözleriyle uyumluydu. İnce dudakları, düzgün bir hat gibiydi. Kadın öne doğru eğilince görünen göğüslerine ince bir bakış atan Nickoy, kadının uzattığı çayı alırken uzun zamandır sevişmediğini hatırladı.

“Yaklaşık doksan sekiz gün.” diye mırıldandı çayını yudumlarken kendi kendine,

O sırada Ovidia’ya çay uzatmakta olan Gloria Namaria, bir an döndü yeşil gözleri bir hançer gibi kalbini buldu, ama Nickoy bu hançerlere alışkındı. “ Doksan sekiz mi dedin sen?”

“Doksan sekiz yüzyıl,” diye kıvırdı Nickoy dudaklarını bükerek Ovidia’ya eliyle notlarına bakmak için işaret etti. “Are’nin yaklaşık olarak yaşadığı yıl.”

Ovidia, hafif tedirgin de olsa aldığı notları Nickoy’a uzattı. Nickoy elindeki metal bardağı taşların arasına sıkıştırıp notlara bakarken gülümsedi, O sırada Gloria’nın bir kaşı kalktı mavi gözlerinin içi merak doluydu. “Are’yi mi anlatıyorsun kıza?”

Nickoy gülümseyerek elini çenesine yerleştirdikten sonra notları Ovidia’ya verdi. “Güzel, çift nokta vuruşlarına ve kısa çizgilere dikkat et ama.” Dedikten sonra güzel kadına doğru döndü.“Evet, bilmesi gerektiğini düşündüm.”

“Peki.” dedi Gloria omuzunu silkerek, gülümsedi “Sen bilirsin.” diyerek uzaklaştı, uzaklaşırken derin bir rüzgar kadının saçlarını uçurdu, Nickoy’un burnuna leylak kokusu geldi, pelerininin cebinden bir tütün daha çıkardı, ateşin dalında yakarken. Ovidia’nın manalı manalı bakışlarıyla karşılaştı. Kızın yüzünde bilmiş bir sırıtma vardı ama Nickoy bozuntuya vermeden, devam etti.

“Simarios Snaga’nın sözleri Are’nin gönlünü içten vurmuştu, Are gerçekten korkuyor muydu? Yoksa pişman mıydı? Yoksa kavgalardan yorulmuş muydu? Ya da dediği gibi aldalet mi arıyordu. Belki de bunun cevabını kendisi bile bilmiyordu, bildiği tek şey gelecekteki hedefiydi, Tanrılar ile konuşmak.”



Are, geniş çamlar arasından geçerek bir tepeye doğru tırmandı. Kar giderek artmaya başlamıştı, hava soğuyordu ama onun yüreği sımsıcaktı. Serin ve temiz havayı çekti ciğerlerine ve boştaki elini gözüne siper edip ileriye baktı.

Tipi yavaşlasa da tepeler ıssız ve bol rüzgarlıydı. Henüz kar ince bir sızı gibi ayaklarının ucunda ilerlesede kuzeydeki siyah bulutlar, daha nicesinin onu beklediğini gösteriyordu. Are açık mavi gözlerini kıstı, rüzgar sarı saçlarını oradan oraya savururken ileride bir çok dağ sırası görünüyordu. Bu dağlar önünde uzanan geniş platonun kuzey sınırını oluşturuyordu. Are’nin yüzünde ince kesik bir gülümseme oluştu. Vakti zamanında isimlerini kendileri verdikleri dağ sırasıydı bunlar. Zigrak, Nifus,Tora ve en büyüğü tepelerinde dikilen Prolin. Etrafındaki, üç küçük dağın arasından yükselen Prolin, uzun ve haşmetliydi öyle nispeten açık olan bu havada bile zirvesini görmek mümkün değildi. Elrohir, buraya Justisar’ın tepesi adını vermişti. Bu tepenin ardındaki şeyler bizim sorumluluğumuzda dediği günü çok net hatırlıyordu o nedenle ilkdoğanların toplanma yeri burası olarak kararlaştırılmıştı.

Bunları düşünen Are dalgınca çenesini ovuşturduğunda, sakalının tırtık tırtık uzamaya başladığını fark etti. O kabilesi ve bütün halkının aksine sakaldan hoşlanmazdı, kemerinin kenarına astığı av bıçağını çıkardı. Etrafa şöyle bir baktıktan sonra yerde donmuş büyük bir su birikintisi gördü. Eğilip buzun üzerinden karları temizlediğinde kendini az çok görebilecek hale geldi. Normalde bu tip aynalara ihtiyacı olmazdı ancak bıçağı kördü, gereksiz yere bir damarını kesmek istemezdi.

Sakalını kesmek için, başını sertçe sola yatırdı. Boynundan sert bir çatırtı yükseldi, arkasındaki dallara konmuş olan alacakuşları gürültünün etkisiyle, çığlık çığlığa uçarken Are gülümsedi. Çok ama çok eski bir anı, bir ses belirdi kulaklarında “ Bir gün boynunu kıracaksın kaplan.”

Sonra arkadan gelen sıcak bir sarılma hissi, yeni tıraş olmuş yanağında beliren ıslak bir öpücük, kulağında beliren o fısıltı “Hep böyle kal, kösele derin sakalsız daha güzel.”

Bir an için, gözlerinde hüzün ardından katıksız bir öfke belirdi. Bıçağı sertçe yanagından aşağya indirdi, ince sıcak kan yanagından boğazına damladı, kafasına ara ara gelen bu sesleri tüm iradesiyle atmaya çalışıyordu. Bir umudun boynu bükük kalmasıydı bu sesler onun için, içindeki sessiz çığlığıydı. Kara gecelerde yakasını bırakmayan illetti.

Elinin tersiyle, kanını sildikten sonra yavaş yavaş tıraş olmaya devam etti. Tıraş işi çok uzun sürmemişti, beyaz kara damlayan iplikler halinde dağılan kan damlalarına bir an baktı sonra derin bir hırıltı duydu sol yanından, Are’nin yüzünde tehlikeli bir sırıtış oluştu.
Karşısında, kan kokusunu almış üç Aragorth vardı bu yaratıklar keskin dişli diken gibi bir kürke sahip vahşi kurt familyalarının en büyükleriydi dört ayak üzerindeki yükseklikleri iki metreye yakındı. Ağzından salyalar akan bu haddiden fazla iri olan üç kurt bütün yolcuların canını sıkardı fakat bu Are’nin keyfini yerine getirmişti.

Are hafifçe öne eğilerek kamburunu çıkardı, nefesini veridiği ağzından dumanlar yükseliyordu. Elinde birden yeşil titreşimli bir hançer aurası oluştu. Gerçi aura büyücülerin verdiği şatafatlı isimden başka bir şey değildi. Elindeki hançerin ruhuydu. Aragorth’lar hızlı adımlarla üzerine atladılar.

Are hızlı bir sıçrayış yaparak ruh hançerini canavarın kafasına geçirdi. Hançer dikenli kürkü umursamdan direkt yaratığın kafasına saplandı. Aragorth uluyamadan yere düştüğünde, soldan geleni yerde yuvarlanarak savuştururuken sonuncusu, Are’yi yere yuvarlamak için üzerine atıldı. Are ellerine batan diken diken kürkü umursamadan üzerine atlayan Aragorth’u muazzam kuvvetiyle bir ardıç ağacına doğru savurdu. Kalın ağaca çarpan Aragorth’un belinden büyük bir çıtırtı yükseldi, keskin uluma acı viyaklamaya dönüşürken. Diğer Aragorth, geriye doğru çekilerek hızla uzaklaşmaya başladı. Are’nin gülümseyişi vahşi bir hayvan gibiydi, öne doğru eğildi. Sarışın bir kurda benziyordu şimdi, mavi gözleri çakmak çakmaktı. Bacakları, yeşil bir enerjiyle kaplandı ardından muazzam bir sıçrayışla Aragorth’un üzerine atıldı.

Sıçradığında yerden kalkan karlar yere düşmeden Are, Aragorthun çenesini yakalamıştı bile, iki koca köpek dişi bulunan bu yaratıkların çenesini, ellerini sıyıran kanlara aldırmadan, ayırdı. Yaratığın dili çaresizce hareket ederken Are’nin mengene gibi eli yaratığın, yırtılan kasları kırılan kemikleriyle beraber alt çenesini üst çenesinden ayırdı. Yaratığın kanları yerde yeni tutmaya başlamış karların üzerine doğru akarken Are durmadı, öfkesi yüz üstüne çıkmıştı, yaratığın dikenli postunu umursamadan kafasına bir yumruk salladı, nasır tutmuş elleri kanasa da acımıyordu artık, keşke yüreği de öyle olsaydı, ne kadar darbe alsa da soğumuyordu içi katılaşmıyordu. Ellerinden kan akarken bir yumruk daha savurdu, Are . Vurduğu Aragorth’dan başka şeylerdi, kaderine yumruk vuruyordu, arkadaşları kollarında ölürken bir şey yapamama çaresizliğine, geride bıraktıklarına. Her yumruğu bir kemik sesi getiriyordu, yine de yüreğindeki sıkıntı bir an bile olsun hafiflememeişti.

Sakinleşene kadar vurdu Are yumruğunu, öyle ki vurmayı bıraktığında, kışın buraya pek ulaşmayan güneşin son kızıl ışıltıları kanlar içindeki pelteyi aydınlatıyordu. Aragorth’un kafası namına hiçbir şey kalmamıştı.

Are derin bir solumayla ayağa kalktı, ağzından yükselen yoğun duman gökyüzüne karışıyordu. Hava kararırken bir an duraksayarak ellerine baktı. Elleri kan içindeydi, soğumaya başlamış bir sıcaklık vardı ellerinde. Hayatı boyunca yıkadığı yıkandığı, günlerce içinde boğulduğu şey buydu aslında, ama bugüne kadar hep başkalarının kanında boğulacağını sanmıştı şimdi ise boğulduğu şey kendi kanıydı, döktüğü kanlara rağmen kimseyi kurtaramamıştı.

Endimiyon’u, Kahrun’u

Niadalle'yi

kurtaramamıştı…

Bir seferinde babası Tanri Aikroth ona “Kanla pişeceksin.” demişti. “ Savaş öyle bir hummadır ki, kendinden geçersin her vurduğun darbede her döktüğün kanda, ölümün ne demek olduğunu öğrenirsin, buna kanla pişmek denir işte. Duyuların keskinleşir her darbede, her şeyi duyarsın her şeyi görürsün içinden ığıl ığıl akan çoşku sarar etrafını, ama her an gelecek bir darbenin işini de bitireceğini bilirsin yine de korkunun zerresi olmaz içinde. Kanla piştiğin her seferinde savaşın aramasının ölüm olduğu kalbine kazınmıştır çünkü.”


Babası haklıydı, kanla pişmişti ama hep başkalarının kanıydı bu, kendi kanı değildi. Yoldaşları düştüğünde ne yapacağını asla öğretmemişti. Çünkü babası hep kazanmıştı, Babası ona kendi kanında pişmenin ne demek olduğunu asla öğretmemişti. Bunu bildiğini sanmıyordu bile, babasına ulaşmayalı yüzlerce yıl olmasına bu düşüncelerini dile getirdiğindeki yüz ifadesi hep aklındaydı. O umursamaz bir o kadar da kendinden emin.

Uzun birkaç defa kırılmış bir burnun altında bulunan çarpık bir sırıtış vardı babasının yüzünde.Omuzlarından dökülen uçları halka şeklinde örülmüş gri saçları ve kısa kesilmiş çene kısmı uzun gri sakalı ve hep tuhaf bir parlamayla dolu gözleriyle Bir Tanrıdan çok daha farklı görünmüştü hep , kendisi gibiydi babası savaşla kazanan savaşla kaybeden ölümden medet uman hep böyle düşünmüştü, hep babasına güvenmişti, ama hiçbir zaman affedememişti.

O sırada ağaçları çatırdatan derin bir kükreme düşüncelerini böldü, dev gibi bir gölge kuzeyin puslu dağları arasından geçerken ağaçların bir kısmı büyük bir gürültüyle düşüyor, bir kısmı ince bir buz tabakasıyla örtülüp bardak gibi kırılıyordu. Are’nin açık mavi gözleri kısıldı, bu kükremeyi çok uzak bir geçmişten tanırdı, buradaki halkların çoğunun söylenti olarak bildiği, göklerin sürüngenleri diye bilinen ejderhaların sesiydi bu. Are, tetikte olmak için gözlerini gökyüzüne dikti, ejderhaların Rüzgarbiçen Glaroth’un himayesinde olduğu söylenirdi.

Anlaşılan biri, Ejderhan’ın hükmünden kaçmayı başarabilmişti, kocaman kafası kendisinin üç katı olan Ejderha etraftaki ağaçları yıkarak sertçe kondu. Büyük bir gürültü ve üstüne savrulan kar taneleriyle elini gözüne siper eden Are ejderhaya baktığında açık buz renginde olan ejderhanın parlak mavi gözleri onu süzmekteydi. Uzun sivri çenesi ve kafasının üzerindeki tek boynuzuyla oldukça heybetli gözüküyordu, Ejderhanın uzun sivri dişleri bile bembeyazdı, soluğu havada buz kristalleri oluşturuyordu.

Havanın soğumaya başladığını fark eden Are bacaklarını açtı. Tek bir sıçrayışla bu işi bitirmek zorundaydı, ne kadar güçlü bir deriye sahip olursa olsun. Ruh gücü, direkt ruhun kendisini hedef alırdı. O Bozkırın Efendisiydi, halkının kurtuluşunun önünde bir ejderha dahi olsa durmayacaktı. Kasları gerildi, gözleri ejderhanın nefesindeydi.

“Kan kokusu, beni hiç bu kadar cezbetmemişti.” Dedi Ejderha derin bir kükremeye eşlik eden pes sesiyle, Are bir an duraksadı, Rüzgarbiçen Glaroth’un ejderhalarının konuşabildiklerini bilmiyordu. Ejderha da bunu fark ederek gülümsedi, soluğu havada buz kristalleri yayarken, Are ensesindeki tüylerin ürpertiden diken diken olduğunu hissetti. “ Uzun zamandır, düzgün akan kana sahip bir et yememiştim, Soğuk bazen acımasız olabiliyor.”

“Sen de kimsin?” dedi Are, madem konuşabiliyordu, kuzey sınırının derinliklerinde daha önce hiç görmediği ejderhanın akıbetini merak ediyordu. “Ben Bozkırın Efendisi Are’yim, Tanrıların ilkdoğanlarından biri, Savaşın oğluyum. Glaroth’un uşaklarıyla bir işim yok.”

Ejderha öfkeyle kükreyerek bir adım geriye çekildi. Boynunu Are’ye doğru uzattı. “Glaroth’un uşağı mı?” Kükreyişi bütün vadide yankılanmıştı, alacakuşların çoğu bulunduğu yerden havalandı bu sesi duyan tüm yaratıklar oradan uzaklaşmaya başladı. “Ben soyumun ilk temsilcisiyim, Buz Ejderhalarının ilkiyim. Ben Naugrimm, ismini kendi veren. Sizin Tanrı adını verdiğiniz, Irkyokedicilerden çok önceki çağlarda yürüdüm bu arz üzerinde. Burası asırlardan önce benim topraklarımdı, Glaroth denen yokedici halkımı kendi üzerine çekti. Onları sahte inançlarla avuttu.”

Geçmişi biliyor diye düşündü, Are bir an duraksadı aklına bir şey gelmişti. “Elrohir, buraya gelirdi. O benim arkadaşım zor durumda ona yardım etmek için kuzeye gitmeliyim. Tanrılar ile konuşmam gerek.”

Naugrimm, bir an duraksadı öfkesi yatışır gibi oldu. “O, kendine gece elfi diyen. Bana et getirdi, evet. Belli ki buraya düşmüş avare bir yolcu değilsin, önce Glaroth şimdi de bu.” Bir an duraksadı, “Hangi yok ediciye hizmet ediyorsun?”

“Aikroth, Savaş Tanrısının ilkdoğanıyım.” dedi Are duraksamadan,

“Savaş Tanrısı,” dedi Naugrimm içten gelen derin bir gürlemeyle “Yokedicilerden tek bir kişiye saygı duyarım. O da bölgeme saygı gösteren tek kişiye…Yüce Kedfith’e. O yüzden O gece elfi burada hayatta kalabildi.”

Yüce Kedfith’in turuncuya çalan kızıl kıvırcık saçları ve sert yüz hatları bir an gözünün önüne geldi. Adaletiyle nam salmış olan Baş Tanrı bile Archiond’un bu davranışına göz yummuştu. Bütün haksızlıkları hepsinin yüzüne söylemeye niyetliydi. Babasının gazabını, Kedfith’in cezasını çekse bile, göz göre göre Archiond’un deliliğe mahkum edilişini görmezden gelmişlerdi. Halkların katiline göz yummuşlardı.

“Kuzey.” dedi Naugrimm parlayan açık mavi gözleri kısılmıştı. “ Orası Justisar’da at koşturduğun yerlere benzemez, Oranın soğuğu bedenleri değil, ruhları dondurur. Oranın topraklarında yokedicilerin yok ettiği ırkların mezarlıkları vardır. Geceleri korku ecelinde bekleyenler, hep sıcaklığa hasrettir, gecenin derinliklerinde kurbanlarını beklerle Şimdilerde ise durum hiç iç açıcı değil korkunun fısıltısı benim kulaklarıma kadar ulaştı, yıldızların avucunla tutacak kadar yakın olduğu kuzeyin göğündeki dengesizlik söylentileri kulağıma çalındı. Bilmediğin yollardan ilerleyip, karanlığın yuttuğu. Beyazın gece donuyla örtüldüğü yaban topraklarda hangi rehberin ışığında yokedicileri bulmayı umuyorsun.”

“Yüreğimin.” dedi Are, bakışları sertleşmişti. Bu tip konuşmalara itibar etmezdi o geçmişte de isimsiz söylentiler duymuş onları fırlatıp bir kenara atmıştı. Arkonlar,Thengular hakkında nice efsaneler uydurulan niceleriyle savaşmıştı. Hatta karanlığın dehşetiyle bile yüzleşmişti, ama onların hepsinde de yoldaşları yanındaydı. Arkasında güven veren cesaretiyle Archiond, yanında onları yönlendiren Elrohir, Hep saçma büyüler yapsa da onları bir şekilde kurtaran Endimiyon daha saymakla bitmeyen niceleri. Yine de birliklerdi şimdi yanlızdı ama o zamanlar gençti, şimdi babasının dediği gibi savaşla yoğrulmuştu kanla pişmişti. Geride halkını, Yoldaşı Lebeauf’u Archiond’un merhametine, yani merhametsizliğine bırakmıştı. Yolunda Gök Arkon’u, Ejderha, hatta Ölümün Gölgesi olsa dahi kanı yere baş vermeden yolundan dönmeyecekti. Ne adı yüzünden ne yolu yüzünden kendisini değiştirene adam denmezdi.

Ejderha bir an duraksayarak titreşti kocaman yaratık beyazlar içerisindeki beyaz saçlı sakalsız bir adama dönüştü. Are dişlerini gıcırdattı, büyü. Barbarların hakir görüldüğü bu dünyada büyü hepsinin en büyük felaketiydi.

“O halde sadece yüreğin yetmeyecek.” dedi Naugrimm, bir tek cam gibi parlayan mavi gözleri değişmemişti. “ Bu yola yüreğini emanet edenlerin çoğu yüreğini kaybetti, Yüreğini donmuş tunduralarda bıraktı. Bunun nedeni korkuyu uyandıran bir suret mi Arzda süren dengesizlik hali mi bilmiyorum? Ama emin olduğum tek şey buraya kadar sürüklenenler var olduğu kokularını bilirim ama yakalayamıyorum. Geceleri gölgeler içinde geziniyor, gündüzleri ortaya çıkmıyorlar. Saf yok edicilerin umrunda olmayan diğer şeyler gibi bu da onların felaketine yol açacak zira bekçiler binlerce yıl sonra gün ışığında gezinmeye başladı ve bekçiler arzda yürümeye başladığında felaket onların ardından gelir.”

“Benden ne istiyorsun?” dedi Are, Bekçileri birkaç yerde duymuştu ama çok karşılaşmamışlardı, Ejderhanın sözleri bir an için kuşkuya sebep olduysa da, Kuzeyin tehditleri onu ilgilendirmiyordu asıl tehdit güneydeydi ve bir adı vardı: Archiond.

“Benimle gelmeni.” dedi Naugrimm yüzünde ciddi bir ifadeyle “Eski yazıtların orada beni huzursuz eden bir şeyler var. Her şeyin başlangıcının orada başladığını düşünüyorum. Madem o kadar isim biliyorsun, kendine lakaplar bulmuşsun ve Yokedicilerin gücünü paylaşıyorsun, belki bu konuda beni aydınlatabilirsin. Aydınlatamazsan.” dedi bu noktada insan olsa bile sivri dişlerini göstererek Are’nin gözlerinin içine baktı. Gözlerindeki açlık Are’nin içini bir an ürpertti. “Geçemezsin.”

Are bir an yumruklarını sıktı, ince görünümlü adama daha doğrusu Naugrimm’e doğru baktı, doğru zamanlamayla ejderhaya dönüşmeden boynunu kırabilirdi ama onu engelleyen Ejderhanın gözleriydi. O gözlerin içersinde açlık ve kendine güven dışında gördüğü şey onu duraksattı. Bu gördüğü şey korkuydu.

Tanrıların hükümdarlığını tanımayan Rüzgarbiçen Glaroth’a başkaldırmış olan Antik Buz Ejderi, korkuyordu.

Are içinin ürperdiğini hissetti, ilk başta Naugrimm’in söylediğ şey şimdi içinde yankılanıyordu.

“Kuzeyin soğuğu bedeni değil ruhu dondurur.”

Are şimdiden o soğuğu hissetmeye başlamıştı.
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

Bölüm 3: Felaketin Ardı

Çayı biten Nickoy duman tüten bardağı bir kenara koydu, tütününden bir nefes daha çekti. Gözleri gökyüzündeki mavi el takımyıldızına kaymıştı. Bu takım yıldız altında söylediği şarkıları hatırladı, ağıtlar yaktığını ama Naugrimm, Are’ye doğru olsa da eksik anlatmıştı. Kuzey, ölümlerin mekanıydı. Havanın canlı olduğu yıldızların yer değiştirdiği bir yer orada gökyüzünde mavi el takım yıldızı gözükmezdi yıldızlar kızıldı. Soğuk katıksız neredeyse canlı bir varlıktı ,önünde ateş olsa dahi ürperdiğini hissetti.

“Ne oldu Nickoy?” dedi Ovidia tedirginlikle, Nickoy ona bakarak dudaklarına bir gülümseme kondurdu, buradakiler onun gülümseyen yüzüne alışmışlardı. Bir anki ciddiyeti kızı korkutmuş olmalıydı.

“Hikayenin havasına kaptırdım kendimi sanırım.” dedi Nickoy Şapkasını düzelterek, bir an göz ucuyla kıza doğru baktı. “Soruların var belli sor bakalım?”

“Kuzey deyince yüzünün aldığı şekli saymazsak bir sorum daha var. Pişmanlıklarla dolu bir adam nasıl bu kadar gaddar olabilir.” dedi Ovidia ellerindeki notlara şöyle bir göz gezdirerek. “Duyduğum hikayelere göre öfkesiyle önüne gelene saldıran, barbar bir vahşiden başka bir şey değil. Hiç düşünmeden hareket edenlerin Justisar’a en büyük zararı verdiğini söyleyen de sensin ama bu adamı bir kahraman gibi anlatıyorsun. Bana göre cinnet geçirip sonra pişman olan birinden başka bir şey değil. Biri cinnet geçirip herkesi öldürse dahi sonradan pişman olması onun katil olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İlkdoğan olsa bile.”

Nickoy gülümsedi acı bir gülümsemeydi bu, “Ben onu bir kahraman gibi anlatmıyorum, o kahraman olmaya çalışan bir adam değil çünkü, ona verilen gücün altında ezilmemeye çalışan ve sevdiklerini korumaya çalışan bir adam. ”

“Önüne çıkan herkesi öldürerek mi bunu yapacak.” dedi Ovidia, “Ustama nerdeyse bir şey söylemeden saldırdı.”

“Çünkü Greece, Simarios Snaga’yı öldürdü. Onun ilkdoğan kardeşlerinden birini.”

“Evet hikayenin başında Simarios Snaga’nın boğazını sıkmak için üzerine atlayan da Are değil bir başkasıydı sanki.” dedi Ovidia “Ayrıca İhtiyar Nifak Tohumu ustama kendi amaçları için saldırdığı için öldü. Bunu hak etti.”

Nickoy bu hazır cevap üzerine gülümsedi. “Birini öldürmeye can atan diye suçlamaya kalkarsan Justisar’daki herkesi şuçlaman gerekir ve bu listenin başında da ise Ölülerin Bekçisi Wallark Greece olur.” dedi elindeki tütünü bir kenara fırlattıktan sonra öne doğru eğildi. “ Yine de ilk kuralı unutma bu bir hikaye değil tarih ve tarih yansız ve mürekkeple yazılır. Kanla yazılan tarih her zaman taraflıdır, kazananları tutar.”

“Yine de bu Are’nin niye bu kadar gaddar bir adam olduğunu açıklamıyor.” dedi Ovidia inatla, Nickoy yeşil gözlü beyaz saçlı güzel kıza şöyle bir baktı. Ustası Greece ona ne kadar kötü davranırsa davransın onu zalim bir köle efendisinden kurtarmasıyla hatırlayacaktı ama iyi bir tarihçi iyi bir araştırmacı duygularının kağıda geçmesine asla izin vermezdi vermemeliydi. Yine de bugünlerde kızın üzerine gitmek doğru olmazdı, etrafta yeterince soğuk adam vardı zaten.

Kız gözlerini açıp gülümsedi omuzlarını silkti, “Ne o yüce ozan Nickoy Waldemer’in bu soruya cevap veremiyor mu?”

Nickoy, artık kurumuş olan piposunu alıp içine tütün doldurmaya başlarken mavi gözleriyle kızı süzerken gülümsüyordu ama gözlerinde tuhaf bir ışıltı vardı. “ Bu soruya ben değil de, gördüğüm en mantıklı adamlardan birinin alıntısıyla cevap vereyim istersen, çünkü ben verirsem tarafsızlığımı kaybetmiş olurum tıpkı senin şu an senin yaptığın gibi. Are, Greece’i bir güzel pataklamış olabilir, hatta öldürmüş bile olabilirdi ama bütün bunların hikayenin gidişatının değişmesine izin vermemelisin, vermeyeceksin.”

Ovidia bu ani parlama karşısında hafifçe geriye çekildi. Yine de yeşil gözleri merak doluydu. Nickoy ağzına piposunu koyduktan sonra ateşten aldığı dalla yakmaya başladı, bir iki tur sakince çevirdikten sonra yoğun bir duman tabakası gece göğüne yükselirken Nickoy devam etti.

“Buradan çok çok uzak olmayan bir yerde yine böyle bir kamp ateşinde bir adam Are hakkında bana şunu demişti. ‘Beyim hakkaniyetli adamdır şuara, hani çelik dövülürken içine su katılır ya kırılmaması için. Beyimde öyle bir çelik var ki içine değil su demir katsan kar etmez, içine çelik katılır ancak. O yüzden beyim kırılır da kırıldığı görünmez hiç zira kırık içindeki çeliktedir. Evet, Şuara yeterince darbe vurulursa çelik de kırılır. O yüzden içindeki çeliktir yüzüne vuran öfkesi, içindeki kırıkların iyileşmeyeceğinin çaresizliğidir. O yüzden fevridir beyim, o yüzden düşünmeden hareket ettiği olur, içinde kırılmayan tek bir çelik kalmıştır çünkü. O da kırılırsa eğer, bilir kendinin de kırılacağını o vakit gelirse beyimden korkarım şuara, o vakit gelirse eğer beyimden korkarım. ’

Belki de bu sözü söyleyen adamın doğumundan asırlar önce Prolin dağının eteklerinde Naugrimm ile karşılaşan Are’nin içinde daha az şey kırıktı, geleceğe daha umutla bakıyordu ve henüz yüreğini dondurucu kuzey tundralarında bırakmamıştı.


Havada kar kokusu vardı, Naugrimm ile ilerlerken bu kokuyu hep hissetti Are, Bozkırlarda Güney Kebuda’da kışlar çetindi ama kar kokusunu hiç bu kadar belirgin hissetmemişti. Üstelik daha önce de buraya gelmişliği vardı, bu kadar batıya değil belki ama Prolin’in tepesine kadar çıkmışlığı vardı. Yine de bu kadar belli değildi kar kokusu. Hava da bir tuhaflık vardı evet ama bunun nedeni Naugrimm’in söyledikleri miydi? Yoksa kendi kuruntusu mu? Kafasını salladı, o hiçbir zaman karanlığın içindeki fısıltılara inanmamıştı. Gerçek sadece gördüğün şeydi onun için ötesi sadece hurafeler korku içinde kıvrananların fısıltılarıydı.

O bu düşünceler içindeyken Kar taneleri hızlandı Yine de Naugrimm insan halinde ilerlemeye devam ediyordu. Birlikte buzlarla kaplı bir tepeyi aştılar, Naugrimm’in insan halini gören yaratıklar, bir an hareketlense de cam gibi parlayan mavi gözleri görünce duraksıyor, hızla geri çekiliyordu.

“Görüyor musun?” dedi Naugrimm onlardan kaçan üç metre boyunda dev gibi bir insansı yaratığı gösterdi. Kocaman pulları ve siyah kürkü olan yılanımsı bir yaratıktı, Are bu tür ırkı ilk kez görüyordu, şaşırdı. Kendisi zamanında her türlü ırkla savaşmıştı. Savaşmadığı bir ırk kalmadığını sanıyordu. “Güçlü bir yaratık… Eldaugh adı verilmişti yok ediciler tarafından, neden kaçıyor sence? Ben sıradan, bir insanım onun gözünde bir ısırıkta ikiye bölebileceği. Gerçek varlığımın ne olduğunu o kıt aklıyla hayal dahi edemez. O halde bana saldırmak yerine neden kaçmayı seçiyor?”

“İçgüdü.” dedi Are yüzüne çarpan saçlarını çekerek, etrafta yazıtları aramak için ellerini gözlerine siper etti. Bu konuşmadan giderek sıkılmaya başlıyordu.

“İçgüdü doğru, Çünkü bana saldırdığı an öleceğini hissedebiliyor,” dedi Naugrimm gülümseyerek duraksadı bakışları cam gibiydi, “Beni dikkatli dinlemiyorsun çünkü küçümsüyorsun. O yüz ifadesini bilirim çok şey gördüğünü sanıyorsun, en büyük felaketlerin hep başına geldiğini. Hıh, felakatlerin en büyük eşiğindeyken hep kar eden taraftaydınız siz. Hayatta kaldınız, hakkınız olmayan makamlara sahip oldunuz yine de İçgüdünüz size yokedicilerden kaçmanızı söylüyordu ama kaçmadınız, onların himayesine girdiniz. Tıpkı şu yaratığın benim himayeme girdiği gibi, Yokedicilerin gözünde bu yaratıktan bir farkınız yok. Hiçbir zaman da olmadı.”

“Ya sen Naugrimm.” dedi Are, karın iyice tutmaya başladığı yolda ilerlerken haddinden fazla batıya gittiklerinden şüpheleniyordu. “Sen bu düzenin neresindesin?”

Naugrimm’in cam mavisi gözlerinde bir bulut dolaştı. “Ben, bu düzenin yapılışında ortaya çıkan bir hatayım. O yüzden beni yok etmeye çalıştılar. Anlatmaya çalıştığımda bu İlkdoğan, Yokedicilerin umursadıkları sadece bu, düzen baki kaldığı sürece varsın öteki türlü...”

Are, Naugrimm cümlesini bitirmeden araya girdi. “Yoksun. Olmamalısın. Bunun Tanrılarla bir alakası yok. Doğal düzen böyledir, herkesin bir astı herkesin de bir üstü vardır. Kiminin üstü katıdır kiminin üstü ise daha esnek, güçlü olan düzeni yaratır. Gerçek bu, bunu gördük.”

“O zaman İblis-kralın kendi düzenini yaratmasına izin vermelisin.” dedi Naugrimm sinsice.

Arenin gözlerinde bir şimşek çaktı. “ Onun gücü, bu düzeni bozacak kadar şiddetli değil. Ben Tanrıların gücünü gördüm, ihtiyacımız olan tek şey birlik olmak. Biz bugün Archiond’a karşı yeniliyorsak, bizim birlik olmamamız yüzündendir.”

“Bir de Yokedicilerin umursamaması.” dedi Naugrimm, Arenin kaşları çatılınca da “Hiç öyle bakma İlkdoğan. Yokediciler bir çok ırkı yeryüzünün çöplüğüne yolladılar, sizden de neden vazgeçmiş olmasınlar?”

Are bir an duraksadı, Tanrılar konseyi gözünün önüne geldi. Justisarda sekiz tane tanrı vardı, Shark Snaga hariç hepsininde birer ilkdoğanı, halkları yönlendiren peygamberleri. Büyük Yıkımdan sonra kıtadan sağ kalanlar ilkdoğan ve onların “babaları” tanrılarıyla yönlendirilmiş. Justisarın çağları başlamıştı.

Bu halkları bu dünyayı onlar oluşturmuştu. Yüzüstü bırakmaları söz konusu olamazdı. Babasını tanıyordu, Yüce Kedfith’i de öyle. Bütün bu karışmamalarının, babasına ulaşamamasının bir nedeni olmalıydı. Onlara kızıyordu doğru pervasız davranmalarına, Archiond'un canavarlığına cevap vermemelerine kızıyordu. Bunlar başkaydı ama tamamen umursamamak daha başka Bu kendi kafesinde tıkılmış Ejderhanın kafasını çelmesine izin vermeyecekti. Geride bıraktığı arkadaşları kardeşleri ölmüştü birçoğunu ölüme terk etmişti. Vakti yoktu. Ellerini artmakta olan tipi yüzünden yüzüne götüren Are Naugrimm’e doğru döndü. “Nerede artık şu yazıtlar, vaktim kalmadı.”

Naugrimm’de alaycı bir gülümseme beklerken kas katı bir ifadeyle ileriye doğru baktığını gördü. Naugrimm öfkeyle burnundan nefes verdiğinde rüzgarın yönü değişti. Daha demin önlerinden esen tipi şimdi arkalarından esiyordu. Are, Naugrim’in burnundan gelen havanın soğukla kristallendiğini görünce Tepenin eteklerindeki donmuş gölün oraya doğru baktı.

Kendisi bir ejderhanın keskin gözlerine sahip değildi ancak donmuş gölün başındaki ikisi yıkılmış dört sütunu gördü. Naugrimm’in yazıtlar dediği şey bu olmalıydı. Gözlerini kısarak bir iki adım ileriye attığında da bir şey fark etmemişti. “Ne oluyor?”

Naugrimm’in insansı yüzü yavaş yavaş mavimsi bir şekil almaya başlamıştı. Vücudu büyümüyordu ama bacakları esneyerek açılıp kıvrılıyor, elleri sert pençeye dönüşüyordu. Yüzü ve vücudu sert pullarla kaplanırken bir an cam mavisi gözleri Are’ye doğru döndü. Bozkırın İlkdoğanı Naugrimm’i bu halde görünce yüzü tuhaf bir hale büründü, Naugrimm’in gözleri çelik gibi bir ifadeyle parlarken genizden gelen bir sesle hırladı.

“O burada.” dedi bacakları iyice esneyerek bir sürüngen bacağına dönüşmüştü. Are hızlı bir biçimde elinden bohçasını atarak yere oturdu. Derin bir nefes aldıktan sonra avuçlarını birleştirdi. Yeşil bir enerji ellerinin üzerinde titreştiğinde gözlerini kapadı ve içinden fısıldadı.

"Tek bir nefes, tek bir beden, benliğinin doğanın ahenginin içine akmasına izin ver."

Birden ruh enerjisi onu sarıp sarmaladı Etrafındaki dünya soluklaşmışken, yanındaki Naugrimm’in ruhu açık gri bir alevle yanıyordu. Zihniyle hemen Yazıtların oraya odaklandı. Bu hale ruh meditasyonu deniyordu, günlerce gecelerce uyumadan ormanda bu şekilde kalarak öğrenmişti bu gücü, daha doğrusu babası öğretmişti.

Meditasyonun menzili yazıtlara doğru ilerlediğinde, yazıtların arasında geniş bir ruh alanı gördü. Yazıtların ortasında akan ruhlar karanlığın içine doğru çekiliyor, boşlukta kayboluyorlardı. Sanki orada varlığın ve boyutun gerçek derisi kalkıyor altındaki doku ortaya çıkıyordu. Bu öyle bir dokuydu ki karanlık bir görünüşten öte bir madde gibiydi, Canlı haraket halindeki bir madde.

Are kaşlarını çatarak oradaki karanlığa doğru odaklandığında, Karanlığın içerisinde soluk sülietler belirdi, sonsuz bir karanlığın içinden gelen sessiz çığlıklar kulağında yankılanırken alnında ter damlacıkları birikti. Vücudu kaskatı kesilirken, kulağındaki çığlıklar giderek belirginleşmekteydi.

“Beni kurtarabilirdin!”

Öyle bir sesti ki bu, Are’yi iliklerine kadar uyandırmış, tüylerini diken diken etmişti. Anlam veremediği bir sesti bu, o kadar gerçekti ki, ne ölüm tarafından bozulmuş, ne de boğuklaşmış. Karanlığın içerisinde kurtarılmayı bekleyen vücutlardı belki de.

“Beni bıraktın gittin Are.”

Are’nin gözleri açıldı, bir anlık korkusu onu meditasyondan çıkarmıştı. Bu ses ilk eşinin, ilk karısının Nikella’nın sesiydi. Onu çok geçmişte Tuz yataklarında bırakmıştı, çoktan ölü olan birinin sesini bu kadar net bu kadar dolaysız nasıl duyabilirdi ki. Bu işte büyünün zerresi yokken üstelik. O karanlık neyin nesiydi böyle? Titreyen elini diğer eliyle bastırmaya çalışırken. Yanında Naugrimm kükreyerek ayakları üzerinde eğildi.

“Hayır oraya gitme! ” diye haykırdı Are hızlı bir biçimde elini uzatmaya çalışırken Naugrimm onu umursamadan dev gibi bir rüzgarla Yazıtlara doğru uçtu. Are’nin kolu sağa doğru savrulurken diğer elini yere koydu. Alnında ter damlacıkları birikmişti, Mavi gözleri öfke, şaşkınlık ve acı doluydu, kaşlarını çatarak Yazıtlara baktı. Karanlığın akıp gittiği o yeri meditasyonda olmadığı için göremiyordu ama hissedebiliyordu. Bu üzerine bulaşan pislik gibi kir gibi bir histi Yazıtların üzerine görünmeyen bir karanlık çökmüştü.

Naugrimm bir çığ gibi tepeden yazıtların üzerine fırladığında, bir anda ortalık kar ve tipiye bulandı. Bir süre sonra arbedeleri görür gibi oldu Bozkırın İlkdoğanı. Anlaşılan Naugrimm birisiyle dövüşüyordu, ama bu kadar uzaktan ancak hareketleri alıgılayan Are bir an geriye dönüp baktı, aslında gidebilirdi ama derin bir iç çekerek, bacaklarına ruh gücünü yansıttı. Yeşil bir enerjiyle kaplanıp güçlenen bacaklarıyla hızla yazıtlara doğru sıçradığında. Tipinin ve karın arasında yazıtlara doğruı yaklaşırken Naugrimm’in pullu kollarını çaprazlamış yüzünü korumakta olduğunu fark etti. Kolları ve üstü çizik doluydu.

Are onun o halini görünce hızla diğer süliete doğru döndü. Sağ elinde yeşil enerjiden beliren bir kılıç şekillendi, kılıcı tüm gücüyle savurdu. Bu kılıç, ruhu yansıtırdı, düşmanın ne kadar kalın zırhı olursa olsun onların içinden geçer sadece ruha ve bedene hasar verirdi. Bu kılıcın etkilemeyeceği tek şey ruhu olmayan düşmanlardı.

Kılıç savrulduğunda görünen silüete muazzam bir hızla sıçrama yapmasına rağmen, Silüet ona doğru döndü. Siyah kalın zırhının üzerinde silik beyaz çift başlı aslan simgesi taşıyordu, boynunu kalın kırmızı bir atkı süslemekteydi, ama asıl şaşırtıcı olan ise gözleriydi. Siyah saçlı yakışıklı bir adam silüetinde olmasına rağmen ona doğru bakan gözler kavuniçi bir alevle parlıyordu.

“Sen!” dedi Are şaşkınlıkla havada ona saldırırken

Siyahlı Şövalye elini sırtındaki kara kılıca götürdüğü an Are’nin gözleri şokla büyüdü. Şövalyenin sırtına götürdüğü eli bir an bulanıklaşıp eski haline geri döndü. O anda Are’nin elindeki kılıç tam altı yerinden kesilerek tuzla buz haline geldi.

Are hızlı bir hareketle yerde yuvarlanıp ellerini karda sürttüreken devinimini azlattıktan sonra doğrulmadan Kara Şövalyeye baktı. Bu çok eskiden gördüğü namını duyduğu nadir karşılaştığı kişilerden biriydi.

“Benim topraklarımı terk et Bekçi!” diye kükredi arkalarından Naugrimm, “Seni ve lanetini bu topraklarda istemiyorum.”

Kara şövalye soğuk bir edayla elini sırtındaki kılıcından çekti, Are ister istemez bir rahatlık duydu. “ Yazıtların dengesini bozan bir şeyler var Naugrimm,” dedi sesi derin ve karanlık geliyordu. Are bu adamın ruhunu istese de fark edemezdi zaten. O bir kere öldükten sonra tekrar yaşayan bir ırka mensuptu ve onu öldürmeyi sadece bir kere başarabilmişlerdi. “Bunu Bozkırın çocuğu gördü, Ölüler ile yaşayanların perdesini kaldırmaya çalışan bir şey, onu hissediyorsunuz aldığınız her nefeste yüreklerinizin üstünde.”

“Peki bekçilerin isteği ne Adaletin Bekçisi?” dedi Are derin bir nefes alıp ayağa kalkarken, Naugrimm’in bir saat önce söylediği sözü düşünüyordu. Bekçiler arzda yürümeye başladığında felaket onların ardında gelir.

Adaletin Bekçisi boynundaki atkıyı biraz gevşetti. Bekçi organizasyonundan nadir kişileri tanımıştı Are bir tanesi ise bu adamdı, gerçek adının De Vilian olduğunu bir zamanlar halkının kralı olduğunu biliyordu. Şimdi ise Bekçi Organizasyonundaydı, onların değimiyle arzın dengesini kontrol ediyorlardı. “Kuzey ile diğer bölgeler arasındaki ruh bağlantı noktalarını zayıflatan ve konuyu hududunun dışına çıkmadan yapan bir kişi var. Ben onu arıyorum. ”

Are bir an duraksadıktan sonra Adaletin Bekçisine baktı. Bekçi kavun içi parlayan gözleriyle yazıtlara doğru baktı. Are o an onun karanlığı ve oradaki ruhları görebildiğini anladı. “Böyle yaparak ruhlara acı çektiriyor onların bu dünyadaki bağlarını hatırlamasını sağlıyor.” dedi Are ona doğru seslenen çığlıkları hatırladı, o halde ruhların gittiği bir yer olmalıydı. O karanlık boşluğu düşündü bir an ama düşünceleri Bekçinin sözüyle kesildi.

“Bu işe karışmayın.” dedi sert bir sesle bağdaş kurup yazıtların yanına otururken kavuniçi gözleri alevle parladı. “Adalet kördür belki ama sağır değildir. Gönlümüz bu çığlıklar karşısında sessiz kalmayacak.”

Naugrimm hırlayarak onun yanına geldiğinde ikisininde gözleri bekçideydi. Naugrimm üzerindeki kesiklerle beraber insan haline dönerken gözleri öfke doluydu. “ Bu karanlığın işaretleri, ruhlarla mı alakalı İlkdoğan? Bekçi haklı mı?”

Are yazıtların ortasında gözlerini kapamış olan Bekçiye doğru bakarken, açık mavi gözlerini Naugrimm’e doğru çevirdi, “Haklı. Yazıtlardaki denge unsurunu kim bozmuşsa ruh ile alakadar olan biri olmalı.”

Naugrimm bir an dikleşerek gözleri kuzeydeki dağ sıralarına kaydı. Öfkeyle sivri dişlerini sıktıktan sonra dudaklarından bir kelime döküldü. “Ogri.”

Are manasızca Naugrimm’e doğru bakarken, Naugrimm’İn gözleri kuzeydeydi. Are bu kendi kendine saçmalayan ejderhaya bakmayı bırakıp bekçiye doğru döndü. Ejderha buraya kısılıp kalmaktan ne kadar delirmiş olursa olsun bir konuda haklıydı Bekçilerin bu arzda yürümesi hep felaketi getirmişti. Güneyde Archiond belası Kuzeyde de bu gibi sorunlar varken Justisar’ı başıboş bırakamazdı.

Yumruklarını sıktı. Bir an önce Tanrılarla görüşüp, bu meseleleri konuşmalıydı.
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
dirtyhuman
Mesajlar: 367
Kayıt: 30 Ağu 2010 20:43
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Bleach , One Piece
Favori Anime: Bleach , Code Geas , Gintama , Guilty Crown , HunterXHunter , Steins Gate , Fate serisi ,Tonari no Kaibutsu-kun
Konum: Samsun

Öncelikle belirtmek isterim ki Mert 3 hafta iki bölüm yayınlayarak yapmış olduğun işle beni ağlatmayı başardın. Bu hissi nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Sanki mübarek ramazan ayında tuttuğum oruçu buz gibi su ile açmak gibi, sanki yıllarca aynı numaraları sayısal lotoda oynadıktan sonra altı rakamı tutturmak gibi. Ağlıyorum çünkü mutluyum. :D

ilk başta küfür etmek istedim. Çünkü yeni bir isim yeni bir başlıktı gözüme ilk takılan diğer hikayeyi daha bitirmemişken. Lakin Nickoy ismini görmemle okumaya başlamam bir oldu. Kısa sürede fark ettimki ana hikayeden okadarda uzak değilmiş.

Eminim benim gibi herkes ilk doğanlardan biri olan ihtiyar nifak toğumuna tek atan Greece e tek atan başka bir ilk doğan olan Are yi daha detaylı tanımak istemiştir.( bu cümleyi okuduktan sonra beynim yandı). Ve bu tanıma evresini ilgi çekici başka bir hikayeyle süslendirmen harkulade olmuş.

Hikayeye bi yorum yapmak şuan için saçma olur diye düşünüyorum. çünkü herşey bir gizem şuanda. Are yolculuğunda nelerle karşılaşacak? bu bekçiler ne iş ? İnsan ejderha karışımı Naugrimin olayı , Ruhları içine çeken girdap. bir sürü soru var ve yanıt henüz yok. Ama karakter dialogları hoşuma gitti. Özelliklede 3. bölümde Are den beyim diye bahseden adamın sözleri . Sıradanlığı ortadan kaldırmış. Daha önceki bölümlerde Dugia ya ok atan elemanla aynı kişiye benziyo dicem ama nasıl çağlarca yaşıyor. Lanet olsun yorum yazarken kendi kafamı kurcalıcak yeni bir soru daha üretmiş oldum. :D Eski bölümlere de baktım Toros diye bir adam var oda beyim diye hitap ediyor. Acaba hepsi aynı kişimi :D . Keşke diğer hikayede adamın ismini cismini belirtseymişsin. Bunun dışında bir solukta okunan zevkli düşüncürücü hikayesi sıkıcı hayatıma gökkuşağı etkisi yapıyor.

Eline kalemine sağlık. Umarım bölümler bu sıklıkla gelmeye devam eder.
Resim " A sword with power alone is not powerful."

Dracule Mihawk
► Spoiler Göster
Resim
Kullanıcı avatarı
karlidag
Mesajlar: 222
Kayıt: 18 Kas 2013 11:35
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Naruto,bleach
Favori Anime: Naruto,Bleach,D.Grayman,FulMetal Alchemist,One Piece
Konum: Derzulya

Kalemine sağlık mert.Cok uzun zaman dir işlerden dolayı doğru düzgün giremedim siteye.
Korku hangi ırk olursa olsun taraf tutmaz.Are korkmali korkmadan koruyamaz zaten.
Seri ölüler bekcisinden çok uzaklaştı gibi.Bu bolumleride bekçi öyküsüne katiyorum ayrı tutarsam anlaşılmaz.Ayrıca adaletin bekçisi diyoruz ya ölülerin bekcisiyle aynı klasmanmi yani bizim bekcide organizasyondami? Are yi bile korkutuyosa bu bekciler o zaman grace biraz tirrek kalıyor.(Tabirimi mazur gör :))Ve yeni bir karakter daha ogri.direk aklıma Tekken deki öğrenci geldi :-)
Tanrıların boyutunu biraz açmanın bekliyorum.gökyüzünde görünmez bir saray mi yada aynı di yarin 2. Boyutu mu veya farklı bir dünya mi.
Ve umarım gracenin hancerler ve keşiş eğitimi dışında mistik güçleri vardır.adaletin bekcisini gördükten sonra olulerin bekçisi gözümden dustu :(
Kalemine sağlık tekrardan yeni bölümleri merakla bekliyorum ama yılda üç beş bölümde cidden olmuyor.

Not: Bence yazdıklarını noterden falan kayıt ettir.samimi söylüyorum yayinevim olsa haklarını alırdım.Düşünmeye başla artık.
GUMUS RENGİ KANATLARİNİ SONUNA KADAR ACTİ BASMELEK CEBRAİL.KAFASİNİ HAFİF CEVİREREK KANLAR İCİNDEKİ İBLİS VE MELEK TAVUSA BAKARAK
"HALA SORGULUYORMUSUNUZ"
"BU BİR SON DEGİL MELEK CİBRİL" DEDİ İBLİS KUZGUNİ KANATLARİNİ ACARAK. CEBRAİL'İN ELİNDEKİ AZRAİL'İN İLAHİ TİRPANİ BİR KEZ DAHA HAVAYA KALKTİ VE FİSİLDAYARAK;

"DAHA BASLAMADİKİ'..........
Kullanıcı avatarı
Diabolus Ipsum Amans
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 12051
Kayıt: 18 May 2010 22:56
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas
Favori Anime: One Piece
Konum: OutLanD
İletişim:

Mangatürk.
Betrayer... In truth, it was I who was betrayed. Still, I am hunted. Still, I am hated. Now, my blind eyes can see what others cannot.
Cevapla

“Sanat Köşesi” sayfasına dön