Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

Evrim Nedir? Neyi İnceler? Bugüne Kadarki Bulgular Nelerdir?

Son gelişmeleri bizlerle paylaşın.
Kullanıcı avatarı
Zettai
Mesajlar: 857
Kayıt: 03 Tem 2013 11:12
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Death Note, Rainbow
Favori Anime: Code Geass, FMA
Konum: Boşluk

Ben evrimin neden tanrısızlığı doğurduğunu anlamıyorum. Yani ben evrime oldukça büyük olasılık veriyorum hatta inanıyorum ama canlıların zaman içinde bir nevi adaptasyon göstermesi (doğa şartlarına) neden tanrının varlığını reddetsin ki? İnsan maymundan veya daha ilkel bir canlıdan türemiş olsa bile bunun neresi tanrının olmadığını gösteriyor?
Resim
Hitman
Mesajlar: 2732
Kayıt: 15 Haz 2012 14:18
Favori Anime: .

.
En son Hitman tarafından 11 May 2020 03:43 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Celebhol
Mesajlar: 11624
Kayıt: 28 Tem 2010 00:02
Favori Anime: -

...
En son Celebhol tarafından 15 Eki 2018 12:38 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
Zettai
Mesajlar: 857
Kayıt: 03 Tem 2013 11:12
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Death Note, Rainbow
Favori Anime: Code Geass, FMA
Konum: Boşluk

@Hitman, @Celebhol
Teşekkürler, anladım :)
Resim
Kullanıcı avatarı
buriedalive
Mesajlar: 177
Kayıt: 07 Kas 2012 17:23
Cinsiyet: Erkek
Favori Anime: Bleach

Hitman yazdı:
Zettai yazdı:Ben evrimin neden tanrısızlığı doğurduğunu anlamıyorum. Yani ben evrime oldukça büyük olasılık veriyorum hatta inanıyorum ama canlıların zaman içinde bir nevi adaptasyon göstermesi (doğa şartlarına) neden tanrının varlığını reddetsin ki? İnsan maymundan veya daha ilkel bir canlıdan türemiş olsa bile bunun neresi tanrının olmadığını gösteriyor?
Tanrının olmadığını göstermiyor evrim. Daha çok dinlere diss atıyor . Tanrı ve din kavramı iç içe geçtiği için , Tanrı ve dinin ayrı ayrı düşünülebileceğini idrak eden insan sayısı az olduğu için böyle bir yargı hakim maalesef ama bu doğru değil.
Olay tanrı ile din kavramının içiçe girmesi ya da tanrıyla dini ayrı görmek değil, senin dediğin başka bir mesele. Evrim teorisi ilk sayfada dendiği gibi ilk canlıyı ya da dünyanın nasıl oluştuğunu tartışmaz big bangi kendi kendine kabul eder ve biyogenezi kabul eden ya da abiyogenez ya da panspermiayı kabul eden evrimciler vardır. Yani evrim teorisi ilk canlıyı tanrının yarattığını düşünmüyor zaten, dogmatik olarak savunuyor çünkü savunmak zorunda. Tanrının olmadığını gösterme geyiği de şurdan geliyor, dersen ki tanrı ilk canlıyı yarattı sonra evrimi başlattı, bu görüşle evrimci zaten yaradılış teorisini kendi kabul etmiş oluyor, bu da evrimin fundamentali olan "kendi kendine oluşma" görüşünü temelinden çürütüyor zaten.
Celebhol
Mesajlar: 11624
Kayıt: 28 Tem 2010 00:02
Favori Anime: -

...
En son Celebhol tarafından 15 Eki 2018 12:39 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
Zettai
Mesajlar: 857
Kayıt: 03 Tem 2013 11:12
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Death Note, Rainbow
Favori Anime: Code Geass, FMA
Konum: Boşluk

Bu yazımızda sizlerden sıklıkla duymakta olduğumuz ve kimi zaman, Evrim Karşıtları'nın "Evrimci" olarak isimlendirdiği kişilerin bile cevap veremediğini iddia ettikleri iki soru üzerinde durmak istiyoruz: İnsan zekası nasıl evrimleşmiştir? Neden sadece insan bu kadar zekidir? Aslında bu soru, doğayı yeterince gözlemlemiş, yeterince belgesel izlemiş, Evrimsel Biyoloji konusunda belirli bir düzeyin üzerinde bilgiye sahip ve bu konuda belirli bir miktar kafa yormuş herkesin cevaplayabileceği, hatta kolayca cevaplayabileceği bir sorudur. Ancak yine de bilimsel bir destek olması adına, bu yazımızın tüm okurlarımıza ve düşünür arkadaşlarımıza faydalı olacağını umuyoruz.

İlk olarak şu soruya bir cevap vermemiz gerekiyor: İnsanı, diğer hayvanlardan farklı kılan nedir? Bu soru, yüzlerce, hatta binlerce yıldır insan türünün kafasını kurcalayan bir mevzu olmuştur. Kimi bu soruya "ruh" cevabını vermiştir; kimi "edep" demiştir, kimi "düşünce" demiştir. Hatta herkesin kendince bir cevabı bile olabilir: sanat, din, müzik, felsefe, vs. Ancak bilimin cevabı, gerçeğe ulaşmak için olması gerektiği gibi, edebiyattan, laf oyunlarından, gevelemelerden uzaktır; açık ve nettir: "İnsanı diğer hayvanlardan ayıran birincil özellik, diğer hayvanlara göre daha büyük olacak şekilde evrimleşmiş beyin kapasitesidir." ya da biraz daha sade kelimelerle "ileri zeka düzeyidir".

İnsanlarnın büyük bir kısmı bunu kabul eder ve fark etmişlerdir de. Ne yazık ki, bilimin her zaman farklı yönlere çekilmesinden ötürü, bu bilgi, insan kibri ve egosuyla birleştiği zaman, "en üstün canlı olmak", "en değerli varlık olmak" ve türevleri gibi gülünç, bilim dışı ve gerçeklikten uzak yorumlara dönüşmüştür. Her ne kadar bu saptırmalar bilimi alakadar etmese de, insanların egosunu ve benliğini okşayan bu teselliler ve övüşler, onun gerçeklerden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Bunun ayırdına varan, yani kendisinin herhangi bir şekilde doğadan üstün olduğunu sanmanın aptallığının farkına varan biri, zaten daha sağlıklı düşünmeye başlayacak ve tarafsızlaşacaktır.

Peki gerçek nedir? İşte biz, bu soruya cevap verebilmeliyiz. Bunun için, evrimsel kökenimizde gittikçe geriye; en geriye gidebilmeliyiz. Ve bunu yaptığımızda göreceğimiz şey, kafatasımız ve içerisindeki beynimizin giderek küçüldüğüdür. Bu noktada, hemen bir video paylaşarak, yaklaşık 5 milyon yıl önce yaşamış atalarımızdan bugüne kadar beynimizin nasıl geliştiğini ve değiştiğini görmekte fayda var:

https://www.facebook.com/video/video.ph ... 5126012142

Videodan da görülebileceği gibi, beynimiz evrim sürecinde maymunsu atalarımızdan ayrıldığımızdan beri hep bir büyüme trendi göstermiştir. Bu noktada bir istisnadan bahsedelim. Oxford Üniversitesi Antropoloji ve Evrim Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Stephen Oppenheimer'ın Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde 07.11.2010 tarihinde yapmış olduğu "İnsan'ın Evrimi ve Anadolu'nun Evrim Açısından Önemi" başlıklı sunumda belirttiği gibi, Homo sapiens sapiens alt türünün (yani bizim) beyin hacmimizin, tüm insan evrimi süresince ilk defa küçülmeye başladığı gözlenmiştir. Aşağıdaki makalede, bununla ilgili pek çok bilgiyi bulabilirsiniz:

http://www.massey.ac.nz/~alock/hbook/brain.htm

Makalede de belirtildiği gibi, son 5-7 milyon yıl arasında, beyin hacmimiz 400 cc'den 1400-1500 cc'ye kadar ulaşmıştır.

Şimdi, bu noktada şu soru sorulmalıdır:

Beynin büyüklüğü ile zeka doğru orantılı mıdır? Her zaman geçerli bir zeka kıyaslama faktörü bulabilir miyiz?

Bilimin gelişmeye başlamasıyla birlikte sadece insanın değil, bir beyni ve sinir sistemi olan istisnasız her canlının zekaya sahip olduğu anlaşılmıştır. Bu, insanın üstün olduğunu iddia eden egosuna vurulan en ciddi darbe olmuştur. Bu konuya çok ayrıntılı girmeyeceğiz; ancak bu noktada bilmemiz gereken, beynin varlığı ile zekanın varlığının birleştirilmesi, ilk olarak "ruh" kavramını ortadan kaldırmış, daha sonradan pek çok açıdan bu beyin-zeka ikilisinin ilişkisi net bir şekilde ortaya çıkarılarak, beynin zeka ile doğrudan bir ilişkisi olduğu ve bu ilişkide doğaüstü herhangi bir yapıya yer olmadığı anlaşılmıştır. Bu konuyla ilgili zaten daha ayrıntılı yazılarımız mevcut.

Daha sonra, bilim insanlarının aklını kurcalayan nokta, eğer ki tüm beyinli canlılarda bir zeka bulunuyorsa, bunun nasıl ölçüleceği ile ilgili olmuştur. İlk başlarda, doğrudan beyin hacmi ile zeka eşleştirilmeye çalışılmıştır; ancak kısa sürede bu yöntem anlamsızlaşmıştır. Çünkü bir filin beyni yaklaşık 5 kilogram gelirken, bir şişeburun yunusunki 1.5-1.7 kilogram arasında, bir insanınki ise 1.5 kilogram civarında gelmektedir. Ancak açıktır ki, her ne kadar filler de, yunuslar da son derece zeki hayvanlar olsalar da, insan ile kıyaslanamamaktadırlar.

Bunun üzerine bir grup bilim insanı, daha gerçekçi bir yaklaşım geliştirmişlerdir: Beynin-vücut-ağırlığına-oranı. Bu yaklaşımın avantajı, beyin büyüklüğü ile zekanın tam olarak doğru orantılı olmadığını göstermesinden gelmektedir. Çünkü, ileride de değineceğimiz gibi beyin, son derece masraflı, son derece ağır, son derece enerji isteyen, son derece risk yaratan, son derece tehlikeli bir organdır ve aslında Evrim tarafından pek de desteklenen bir yapı değildir. Dolayısıyla, bir canlının vücut büyüklüğü, beynini beslemek ve korumak için harcayacağı enerjiyi sınırlandıracağındırmaktadır. Öte yandan küçük bir bedeni kontrol etmek, gizlemek, kullanmak, vs. büyük bir bedenden çok daha kolaydır. Bunlar göz önüne alındığında canlının zekasını ölçmek için beynin büyüklüğünün, vücudun büyüklüğüne oranlamak gerektiği anlaşılmıştır.

Bu oran, gerçekten de, genel olarak (elbette istisnaları bulunmaktadır) canlıları zeka sınıflandırması yapmakta kullanılabilmektedir. Örneğin memeli deniz hayvanları arasında yunuslar en büyük orana sahiptirler ve gerçekten de eğitilme ve zeka gösterme konusunda en ileri olan onlardır. Benzer şekilde, şimdiye kadar incelenmiş ve zekasını kullanabildiğini ispatlamış en önde gelen iki omurgasız ahtapotlar ve zıplayan örümceklerdir. Bu hayvanların zekalarının keşfinden daha sonra keşfedilen bu beyin-vücut oranına bakıldığında, tüm omurgasızlar arasındaki en yüksek değer bu iki canlıya aittir. Elbette, diğer hayvanlara göre, oranının verdiği kadar yüksek zeka belirtisi göstermeyen hayvanlar bulunduğu gibi, oranı küçük olmasına rağmen aşırı zekaya sahip canlılar da vardır. Örneğin küçük kemirgenlerin çok yüksek bir beyin-vücut oranı vardır; ancak "o kadar da" zeki değillerdir. Öte yandan insanın beyin-vücut oranı en yüksek değildir; ancak zeka konusunda en ileri gitmiş tür olduğu açıktır. İşte bu yüzden, sıklıkla hatırlattığımız gibi, istisnaları, istisna olmayanlarla kıyaslamak hatalı olacaktır. Her canlı grubunu kendi içerisinde, bu metotla kıyaslayabiliriz; ancak canlı grupları arasında bu yöntemler hep hatalı olabilecektir. Çünkü Evrim bir beyin-vücut ilişkisine göre çalışmamaktadır. Her canlının farklı çevreleri, farklı yaşam koşulları vardır ve buna göre tüm özelliklerinin çevrelerine ve birbirlerine en uyumlu olan kombinasyonları varlıklarını sürdürüp, diğerleri elenmektedir. Bu, belirli bir oran dahilinde olmamaktadır.

Halen sadece beyin hacminin kullanılarak kıyaslama yapılan durumlar olabilir: özellikle, vücut büyüklükleri birbirine yakın türleri ya da canlıları karşılaştırdığımızda. Bu yöntem, beyin-vücut oranından daha sık ve fazla hata veren bir yöntemdir.

Kısaca, şu anda tam olarak canlılararası zeka kıyaslaması yapmanın bir yolu yoktur. Hatta tür içerisindeki kıyaslamalar bile oldukça zordur. Örneğin bir hayvan türü olan insanın zekasını ölçmek adına geliştirilen IQ-Tesleri, oldukça farklı sonuçlar verebilen, asla genel geçer olarak kabul edilmemiş, sadece bir fikir verebilen testlerdir. Dolayısıyla zekanın analizi ve kıyaslanması çok zordur ve genellikle bilim insanları bunu ölçebilmek adına "sorunlara karşı orjinal çözümler üretebilme başarısı"na bakarlar. Ki zaten "zeka" dediğimiz kavram da genellikle bununla belirlenmektedir. Ancak elbette bu yöntem de çok başarılı değildir; zira her hayvanın kendi yaşamında karşılaştığı zorluklar birbirinden farklı olabilir. Bir sorunu çözmede bir hayvan daha başarılıyken, bir diğer sorunda bir diğeri daha başarılı olabilir.

Ancak bu noktada açık olarak söyleyebileceğimiz tek bir şey varsa, o da şudur: zeka, beyin büyüklüğü ile doğrudan ilişkilidir; ancak aradaki bu ilişki canlılar arası kıyaslama yapmak adına evrenselleştirilemez. Çünkü zekaya sebep olan şey, beyindeki nöronlar arası ilişkiler ve nöronların kendi çalışmalarının toplamıdır. Tüm zeka, bunların sayısının artması ve gelişimiyle ilgilidir. Her canlının beyni birbirinin aşağı yukarı aynısıdır; ancak aradaki zeka farkı, nöronların sayısı, aralarındaki bağlantı sayısı, tipleri ve benzerleriyle ilişkilidir. Bunların sayısı arttıkça, zeka da ister istemez artacaktır.


İnsan Zekasının ya da Beyin Büyüklüğünün Farkı Nereden Gelmektedir? Neden İnsan En Zeki Hayvandır?

Peki neden? Neden beynimiz, böyle değişmektedir? Şempanzeler veya bonobo maymunları ile ortak atamızdan sonra, bizde ne değişmiştir de, bugünkü modern insana giden koldaki beyin hacmi sürekli artmış (son dönemlerdeki düşüş sayılmazsa) ancak diğer koldaki (günümüzün modern bonobo maymunlarına ya da şempanzelerine giden koldaki) beyin hacmi göreceli olarak daha az artmıştır ya da hiç değişmemiştir? Sadece bu maymunlar değil elbette, neden herhangi bir diğer hayvan bu kadar yüksek bir zeka düzeyine ulaşamamışken, sadece insan türü bunu elde edebilmiştir? Evrim, neden insanın zeka gelişimini desteklemiştir?

İşte bu sorulara cevaplar ararken, sizin aklınıza takılan sorulara da cevaplar bulabileceğiz ve yorumlar katabileceğiz.

İlk olarak, beynimizin gelişmesinin pek çok çevresel ve genetik etmene bağlı olduğunu unutmamamız gerekmektedir. Bunları ve bunların aralarındaki ilişkileri anlayabilmek için ise, insanın geçirdiği evrim yolunu incelememiz gerekmektedir:

Her canlı, Varolma Mücadelesi'nde (Survival of the Fittest) hayatta kalabilmek ve üreyebilmek için pek çok çeşitli silahlar geliştirmiştir. Ayı, güçlü bünyesini ve pençelerini, çita muazzam hızını; geyik, çitadan kaçmak için incecik ama güçlü, hızlı zikzaklar çizmesini sağlayan bacaklarını, timsah sinsiliğini ve güçlü çenesini, köpekbalığı ölümcül dişlerini ve süratini ve daha nice canlı (hayvanlar, bitkiler, protistalar, mantarlar, bakteriler ve arkealar), nice özelliklerini hayatta kalabilmek ve üreyebilmek için evrimleştirmiştir. İşte bir hayvan olan insanın silahı da, zekasıdır.

İnsanı, belki diğer hayvanlardan ayıran özellik, maymunlar gibi özgür ve geniş alana yaygın bir türün sosyalleşmeye başlaması ve sosyallik düzeyini arttırması ile geçirdiği evrimdir. Doğada birçok hayvanın sosyal ya da sosyal sayılabilecek ilişkiler dahilinde yaşadığını görmekteyiz. Yunuslar ve balinalar çok iyi bir iletişim kurabilme yetisine sahiptirler. Karıncaları belki de "karınca" yapan olgu, şaşmaz sosyallikleridir. Arılar da bu şekilde hayatta kalabilmektedir. Ve işte, insana gidecek olan kolu başlatan sosyalliğidir.

İnsan, sosyal olabildiği ölçüde başarılıdır. Ancak bu, öyle istenç ya da bir anda olabilecek bir şey değildir. Günümüzdeki maymun ailesinin çok büyük bir kısmı, hatta tamamına yakını, sosyal hayvanlar olarak yaşamaktadırlar. Ancak insana ait kolu (lineage) bir adım öteye götüren nokta, insanın bunu hayatta kalmak için kullanmaya başlamasıdır.

İnsan beyninin evrimiyle ilgili teorilere baktığımızda, ilk gördüğümüz nokta, gelişmiş bir beynin hayatta kalmayı arttıracak özellikler sağlamasıdır. Ancak bu, tek başına yeterli değildir. Çünkü eğer öyle olsaydı, diğer maymunlar da, en azından birkaç tür, bunu başarabilirdi. Şimdi, öncelikle insanın neden yüksek bir zeka düzeyine erişebildiğini açıklamadan önce, diğerlerinin neden erişemediğini açıklayalım:

Beyin, şimdiye kadar Evrimsel süreçte gördüğümüz ve bildiğimiz en pahalı organdır. Bu pahası, sadece harcadığı enerji sebebiyle değildir (en başta o olsa da). Beyin, canlıların aldıkları günlük enerjinin genellikle 5'te 1'ine yakınını tüketir; ancak bunun haricinde, beyni korumak çok zor bir iştir. Nöronlar ağı, sert bir yapıdan oluşmamaktadır ve kolayca hasar görebilmektedirler. Bütün vücudu kontrol eden yapıyı bir arada tutmak iyi bir şey gibi gelebilir kulağa; ancak bu kadar önemli bir organa sahip olmanın çok ciddi bir dezavantajı da vardır: avcıların bu organın varlığını bilmesi ve ona yönelik saldırılar geliştirmesi. Beyne sahip olan bir canlı, aynı zamanda onu korumak için yöntemler evrimleştirmek durumundadır. Bu, aşırı masraflı bir iştir. Kafatası dediğimiz kemik, son derece sert bir yapıdır ve öyle olmalıdır da. Beyin ve kafatasının kütlesi, genellikle canlı için büyük bir yüktür. Üstelik bütün duyu organlarının burada toplanması, bütün kontrol mekanizmalarının burada olması, bu organı, dediğimiz gibi açık hedef haline getirmektedir. Bunlar yetmezmiş gibi, yapılardaki merkezileşmenin enerji tasarrufu açısından faydasından ötürü (yani bir organa sahip olmak, dağınık hücrelere sahip olmaya göre enerji açısından daha tasarrufludur), duyu organlarına ait bütün sinirler de beyinde toplanmaktadır ve hatta bu duyu organları da, beyne yakın bölgelerde bulunur; bu sayede iletişim hızı arttırılır. Dolayısıyla, duyu organlarını kullanarak yeni bir ortama girecek olan hayvan, beynini de ortaya koyarak riske atmaktadır.

Tüm bunlar ve pek çok daha fazlası, beyni son derece masraflı ve riskli bir organ haline getirmektedir. Dolayısıyla beyin konusunda daima bir ikilik ya da bir trade-off vardır. Büyük beyin iyidir, çok daha fazla fonksiyonel işlem yapabilmemizi sağlar, dolayısıyla zekanın, düşüncenin, duyguların evrimleşebilmesine yol açar; ancak öte yandan çok masraflıdır, besin tüketiminin çok daha fazla olmasına sebep olur, ölme riskini çok daha arttırır ve beyinde meydana gelebilecek hasarlar canlıya çok daha fazla zarar verebilir. Bu sebeple doğada asla ihtiyaçtan fazla işleve sahip bir beyne rastlamak mümkün değildir.

Burada konu aslında yeniden trade-off'a gelmektedir ("İnsanlar Neden Uçamaz?" sorusunda olduğu gibi). Neden diğer hayvanlar daha büyük beyinler evrimleştirmemişlerdir? Çünkü ihtiyaçları yoktur. Biz, yapabildiğimiz için uçaklar yapmanın, binalar inşa etmenin, şehirler yaratmanın ve hatta düşünmenin çok önemli bir olay olduğunu sanır, bununla avunuruz ve kendimizi överiz. Halbuki sürekli olarak aklımızdan çıkardığımız, en temel doğa gerçeği olarak karşımıza çıkan bir gerçek vardır: Canlıların tek varlık amacı hayatta kalmak ve üremektir. Dolayısıyla sadece buna katkı sağlayan özellikler Evrim tarafından desteklenir, diğer hepsi elenir. Eğer ki bir canlının ihtiyacından fazla beyin evrimeştirmesi, ona çok daha büyük riskler getirecekse (büyük beyin, çok enerji, çok risk demektir), öyleyse bu canlı elenecektir. Sırf bir Mona Lisa çizme şansı olduğu için, Empire State binasını inşa edebilme potansiyeline sahip olabilecği için, Kuantum Fiziği ve Evrimsel Biyoloji gibi ileri bilimleri keşfedebilme şansı olduğu için vahşi doğanın beyin evrimini destekleyeceğini düşünmek aptallıktır. Bunlar beyin evriminin bir yan ürünü olarak ortaya çıkmaktadır, hepsi zeka ile doğrudan ilişkilidir ve zeka olmazsa, hiçbirinin varlığı hayal bile edilemez. Dolayısıyla incelenmesi gereken, beynin nasıl ve neden evrimleştiğidir, bu yan ürünlerin değil.

Şimdi, burada insanın sorması gereken şudur:

İnsan, Neden Daha Büyük Bir Beyne İhtiyaç Duymuştur?

Yukarıda açıkladığımız gibi, hiçbir canlı, ihtiyacından fazla beyne sahip değildir ve böyle bir beyin, trade-off ilkelerinden ötürü evrimleşmez de. Öyleyse, insan bu kadar ileri bir beyne sahip olabildiğine göre, böyle bir beyin ve zekaya "ihtiyaç duymuş olmalıdır, Evrimsel geçmişinde herhangi bir zaman aralığında. İşte bilimsel yöntemlerle konu incelendiğinde, bu ihtiyaçların nelerden kaynaklandığı, yani insanın Evrimsel Süreçlerin engellediği beyin büyümesini nasıl aştığını görebilmekteyiz. Aramamız gereken şudur: İnsan, öyle bir süreçten geçmiş olmalı ki, büyük beynin getirdiği faydalar, zararlardan fazla olmalı. Böylece trade-off ilkesi sağlanmış olur ve beyin süreç içerisinde, milyonlarca yılda evrimleşebilir.

İşte bu noktada karşımıza beynin evrimleşebilmesine izin veren, hatta bunu zorlayan, birbirinden ayrılamaz ve bir arada bulunmak zorunda olan beş neden çıkmaktadır:

1) El-Göz Koordinasyonu
2) İletişim Becerileri (Sosyal Yaşantı)
3) İki Ayak Üzerinde Duruş (Bipedalizm)
4) Cinsel Seçilim
5) Et Tabanlı Diyete Geçiş

Burada tekrar etmemiz gereken nokta, insanın zekasının evrimleşebilmesi için bunların bir arada ya da çok dar aralıklarla üst üste çevresel koşul olarak bulunmuş olmasının gerekliliğidir. Hepsini açıklayacağız; ancak anlaşılması gereken şudur: bir canlının, bir özelliği evrimleştirmesi için geçmesi gereken bir çevresel süreç vardır. Örneğin atmaca tarafından avlanan fareler, atmacaların varlığından ötürü geceleri yaşamaya ve toprak altına girmeye başlamışlardır. Atmacalar olmasaydı, bu özelliği evrimleştirmeyebilirlerdi. Benzer şekilde insanın zekasının evrimleşebilmesi için, bazı baskıların olması şarttır. İşte bu baskılar, aynı ya da benzer sırayla diğer hayvanlar üzerinde olmadığı için beynin ve zekanın bizdeki kadar evrimleşmediğini düşünebiliriz. Çünkü bir atmacanın bir bölgedeki varlığı, aslında fare için bir olasılıktır. Bulunabilir de, bulunmayabilir de. Benzer şekilde, yukarıdaki baskıların çeşitli çevre koşullarında, yaşam şartlarında var olması birer olasılık durumudur. Herhangi bir canlı üzerinde, Evrensel olarak katrilyonlarca baskı bulunabilir. Genellikle bunların birkaç tanesi, belirli zaman aralıklarında, daha şiddetli olarak etki eder. İşte bu kombinasyonlar, bir canlının evrimsel yönünü belirler. Bu baskılar zamandan zamana, mekandan mekana, popülasyondan popülasyona değiştiği için, insan -ya da herhangi bir diğer varlık- tarafından öngörülemezler. İşte Evrim'in göreceli rastlantısallığı buradan kaynaklanmaktadır: Evrim biraz rastlantısaldır, çünkü Evren son derece rastlantısal olarak ilerlemektedir.

Dolayısıyla, insan beyninin evrimini tetikleyen 5 önemli faktör (çok daha fazlası da elbette var ancak bu beşi en önemlileri) belirli zaman aralıklarında, belirli sıralarda etkidiği için insan zekası ve beyni evrimleşebilmiştir. Bu sıra ya da zamanlar, biri ya da bir şey tarafından mı belirlenmektedir? Elbette ki hayır. Bu, tamamen doğanın rastlantısallığı dahilinde, yolda giderken şans eseri bir arkadaşınızla karşılaşmanız kadar olasılık sınırları dahilinde olan bir durumlar bütünüdür. Yukarıdaki beş baskı, farklı sırayla olsaydı, beynimiz böyle evrimleşmeyebilirdi. Başka baskılar da benzer şekillerde etki etseydi, o zaman da farklı bir yöne evrimleşebilirdik. Ancak insan ve insansıların yaşadıkları ortam ve zamanın koşulları, onların bu evrimden geçebilmesini sağladı. İşte bu yüzden beynimiz bugünkü haline evrimleşti.

Benzer şekilde, her hayvanın ve hatta her canlının geçirdiği Evrim, bu şekilde, doğanın rastlantısallığı içerisinde karşılaştıkları koşullara adapte olabilmeleriyle belirlenmektedir. Aynı canlıya ait iki farklı popülasyon, iki farklı türe evrimleşebilmektedir; çünkü üzerlerindeki baskılar birbirlerinden tamamen farklıdır ve hatta küçük farklılıklar bile, Evrimsel yönlerin tamamen farklı olabilmesini sağlayabilir. Dolayısıyla bir hayvanın geçirdiği evrimi, bir diğerinin birebir geçirmesi, oldukça düşük ihtimallidir (yakınsak evrim istisnaları haricinde zaten bu durumu pek görmeyiz). Çünkü bir hayvan, bir diğeriyle tamamen aynı doğa koşullarını, yaşam şartlarını, av/avcı baskılarını seçilim baskılarını yaşayamaz, her parametre %100 aynı olamaz. Bu parametrelerin farklılaşmasından ötürü, bunca çeşitlilik basit bir başlangıçtan evrimleşebilmiştir. Doğa şartları daha tekdüze olsaydı, bu çeşitliliği görmemiz mümkün olmazdı.

Burada, pekçok hayvanın benzer özelliklere sahip olduğunu düşünerek, söylediklerimizi sorgulayabilirsiniz. Örneğin birçok hayvan için güçlü bacaklar ve çenelerin önem arz ettiğini ve pekçok hayvanda bunların bulunduğunu söyleyebilirsiniz. Bu da, bizim yukarıdaki argümanımıza tam olarak oturmaktadır. Çünkü doğa koşulları her ne kadar sonsuz çeşitlilikte olursa olsun, benzer baskılar benzer sonuçlar doğurabilecektir. Hayvanlar avlanmak durumundadırlar ve bunun için bacakları ve çeneleri en önemli araçlarıdır. Dolayısıyla bunların daha ileriye evrimleşmesi açısından, birçok canlı üzerinde baskı bulunmaktadır. İşte bu yüzden bu canlılar, bu yönlerde evrim geçirmektedirler. Bu yüzden birçok canlının çeneleri ve bacakları güçlüdür. Ancak bir bitkinin böyle çeneleri ya da bacakları yoktur örneğin, çünkü avcı hayvanlarla aynı doğada yaşamalarına rağmen, üzerlerindeki seçilim baskıları tamamen farklıdır (ve elbette, bugüne kadarki milyarlarca yıllık geçmişlerinin de bu konuda çok büyük payı bulunmaktadır).

Yukarıda açıkladığımız sebeplerle bir canlı üzerinde zaten çok büyük bir beyin evrimleştirmek (daha doğrusu yüksek bir beyin-vücut oranı geliştirmek) konusunda engelleyici bir baskı bulunmaktadır. Bunun üzerine, bu olumsuz etkiyi kıracak, yukarıda saydığımız beş etkenin, hem de aynı ya da benzer sıra ve şiddetlerde, benzer doğa koşullarında, iki defa gerçekleşmesi çok çok düşük bir ihtimaldir. Belki beyin başka farklı yollardan da evrimleştirilebilir (farklı baskılar altında) ki bunu diğer canlılarda görmekteyiz (dinozorlar, kuşlar, bazı diğer memeliler, vs.). Ancak aşağıda cevaplayacağımız "Neden sadece insan böyle bir zeka evrimeştirebildi?" sorusunun bir cevabını burada vermek gerekirse: Çünkü insan ile tıpatıp aynı evrimsel süreçleri yaşamış bir diğer canlı bulunmamaktadır. Canlılar, farklı baskılar altında zekalarını ilerletmiş, evrimleştirmiş olabilirler; ancak insanınki kadar ileri götürebilecek koşullar, bildiğimiz kadarıyla bir başka canlının yaşadığı ortamda oluşmamıştır; veya oluştuysa da bu canlı varlığını sürdürememiştir. Yani çene ve güçlü bacaklar evrimleştirmek, kolayca her canlı üzerinde, özellikle avcı canlılar üzerinde gözlenebilen bir durumdur (çünkü baskılar çok sıradan ve sık karşılaşılır durumlardır). Ancak beyin için aynı durum geçerli değildir; beynin evrimleşebilmesi için gerekli faktörlerin olasılıklar toplamı, canlılar üzerine çok nadir olarak, çok nadir çevrelerde, çok nadir durumlarda etki etmektedir. İnsan, bu koşulların içerisinden gelen "şanslı" (?) bir canlı türüdür.

Dolayısıyla şunu unutmamak gerekir. Bir canlının, bir diğeriyle tıpatıp aynı evrim geçirmesini beklemek aptallık olacaktır. Ancak yine de "Neden sadece insan böyle bir zeka evrimleştirebildi?" sorusu yinelenirse, yukarıdaki 5 önemli etkeni tek tek incelemenin gereği doğmaktadır.

Beş Faktör ve Beyin Evrimi

İnsan beyninin gelişiminde, "kavrama becerisi" yani "el kullanabilme becerisi" çok büyük önem arz etmektedir. Çünkü bir canlının ellerini kullanabilme becerisinin artması, onun "el-göz koordinasyonu"nun artmasını gerektirmektedir. Bu da beyinde daha çok sinir düğümü (sinaps) olmasını ve daha fazla sinir hücresi bulunmasını gerektirmektedir. Bu da doğrudan, beynin gelişimi demektir.

Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım: Diyelim ki, o zamanlar daha ilkin atalarımız (günümüzden 5-6 milyon yıl önce yaşayanlar), saldırgan hayvanlara karşı, ellerini kullanma becerileri dahilinde, taş ya da "ellerine ne geçerse" fırlatarak caydırma yoluna girmiş olabilir. Pek çok diğer maymun türünün bugün de bunu yaptığını biliyoruz, hatta insanlara saldırmak için özellikle yeni alınmış maymunların kafeslerinden dışarıya taşlar attığını görebilirsiniz hayvanat bahçelerinde. Ancak bu, el-göz koordinasyonu isteyen bir şeydir. İlk olarak düşmanınızı görerek onun yerini tespit edebilmeli, daha sonra onu hedefleyerek, elinizedeki cismi uygun açı ve hız ile fırlatmanız gerekmektedir. Açıktır ki bunu en iyi başarabilenler Doğal Seçilim tarafından seçileceklerdir, çünkü saldırgan canlıları kendilerinden uzak tutmak için iyi bir yoldur. Ve dediğimiz gibi el-göz koordinasyonu için daha büyük bir beyin gerekmektedir.

Bu bizi ikinci maddemize götürmektedir: İletişim Becerileri. Eğer ki Jurassic Park filmlerini izlediyseniz, orada, Velociraptor cinsi olan dinozorların çok gelişmiş iletişim becerileri olduğu anlatılır. Bu bilgiler bilim-kurgu değildir, paleontolojik ve paleobiyolojik çalışmalara dayanır. Gerçekten de, Raptorlar, vücutlarına göre en büyük ve gelişmiş beyne sahip dinozorlardan biridir ve bu sayede çok iyi birer avcıdırlar. Çünkü sürüler halinde ve birbirleriyle muhteşem bir iletişim içerisinde avlanırlar.

İnsanın ataları da, iletişim becerilerini geliştirmek zorunda kalmıştır. Çünkü sadece iyi bir el-göz koordinasyonu yeterli değildir. Aynı zamanda, popülasyonun diğer bireyleriyle iletişim içerisinde olmak gerekmektedir. Çünkü avcılar, her yerdedir ve her yerden saldırabilirler. Sosyal bir hayvan grubu olan primatların, avcılarına karşı savunmak için iletişim becerilerini geliştirmileri şarttır. Bunu sağlamak için de, gittikçe anlamlı ve daha etkili, daha "nokta atışı yapabilen" sesler çıkaran bireyler evrimleşmiştir, yüzlerce nesil içerisinde. Bu, şu anda da bilim adamlarının çalışma konularından biridir. Ve günümüz orangutanları ve maymunlarının (ve daha pek çok hayvanın) anlamlı sesler çıkardığı bilinmektedir. Ancak bu, diğer faktörlerle desteklenmediği için daha ileriye gidememiştir (bizimle tıpatıp aynı evrimi geçirememişlerdir). Bununla ilgili birkaç araştırmayı aşağıda bulabilirsiniz:

http://www.newscientist.com/article/dn1 ... other.html

http://www.livescience.com/7041-monkey- ... abies.html

Burada unutmamak gerekir ki, anlamlı sesler, bir süre sonra sözcüklere ve işaret diline dönüşebilmektedir. Bu da, bir diğer araştırma konusudur. "Kanzi" isimli bir bonobo maymunu, 450 kelimeye kadar anlamakta, bunların 30-40 tanesini günlük hayatında kullanabilmektedir. Üstelik bu durum onu Guinness Rekorlar Kitabı'na da sokmuştur:

http://www.worldrecordsacademy.org/natu ... 01896.html

Yani doğadaki sürekli seçilim mekanizmasıyla, sözcükler ve işaretler zaman içerisinde evrimleşebilir. Bu da, yine, daha büyük bir beyni gerektirmektedir. Çünkü kelimeler ile imgeler arasında bağ kurabilmek için daha fazla hafızaya, dolayısıyla daha fazla sinir düğümüne ihtiyaç vardır. Ayrıca konuşabilmek için beynin ilgili bölgelerinin evrimleşmesi, yoksa yeni bölgelerin oluşması gerekmektedir. Bu da daha büyük bir alan, daha büyük bir beyin demektir.

Ve bir sonraki noktamız da, bunlara bağlı olarak gelişir: İki Ayaklılık, bipedalizm. Bunun neden bir canlıya avantaj sağladığı, ilk etapta görülmeyebilir. Ancak iyi düşünülürse, cevap açıktır. Çünkü iki ayak üzerinde duran bir tür, aynı türün dört ayak üzerinde duran versiyonuna göre daha "yüksektedir". Bu da, gözlerinin daha yüksekte olmasına, dolayısıyla da tehditleri çok daha önce, hatta bir dört ayaklıdan dakikalarca önce ve metrelerce uzağı görebilmesini sağlamaktadır. Ancak bu da, yine beyin ile birebir ilişkilidir. Çünkü dört ayak üzerinden iki ayak üzerine kalkabilmek denge sorununu beraberinde getirir. Buna insan evrimi, hem fizyolojik, hem de zihinsel olarak cevap vermiştir. Ayaklarımızdaki tendonlar değişmiş, bacak kaslarımız güçlenmiştir. Buna mukabil kollarımız kısalarak, zaten artık arboreal (ağaç üzerindeki) hayattan uzaklaşmamızdan ötürü dengemizi sağlamaya yönelik bir adaptasyon meydana gelmiştir. İç kulağımız karmaşıklaşmış ve denge mekanizmaları evrimleşmiştir. Beynimiz ise yine büyüyerek buna cevap vermiştir. Denge merkezimiz gelişmiş ve değişmiştir. Çünkü toprak üzerinde iki ayak üzerinde durabilmek, ağaçta dört ayak ve kuyruk sayesinde durabilmekten çok farklı dinamikleri beraberinde getirmektedir. Ayrıca uzun mesafelerde, iki ayak üzerinde yürümek, dört ayak üzerinde yürümekten enerji bakımından çok daha avantajlıdır. Dolayısıyla bu sebeple de iki ayaklılık birçok canlıda desteklenmektedir; ancak doğa şartları gereği bu canlılar nadiren tam olarak iki ayak üzerinde durabilmektedirler. İnsanlar, Afrika'da çok uzun mesafelerde hareket etmişlerdir ve sıklıkla göç yapmak durumunda kalmışlardır. İşte bu süreçte ağaçlardan savana (belgesellerde kedigillerin yaşadığı alan olarak gösterilen, sarı, çalı benzeri bitki örtüsüne sahip, geniş düzlük alanlar) yaşantısına geçiş başlamış ve insanların alması gereken mesafeler daha da artmıştır. Böylece iki ayaklılık, diğer faktörlerin de etkisi altında daha da desteklenmiştir.

Bunlardan daha da önemlisi, iki ayak üzerinde durabilmemiz, iki adet uzvumuz olan kollarımızın, dolayısıyla iki adet elimzin serbest kalabilmesini sağlamıştır. Bu çok önemlidir, çünkü hem bizi birinci basamağa götürür (ellerimiz serbest olunca daha rahat avlanabiliriz, daha rahat hareket edebiliriz ve daha fazla hareket alanına sahip oluruz), hem de daha ilerideki faktörlere götürür: Ellerimizin serbest kalmasıyla birlikte, el-göz koordinasyonumuz daha da gelişmiştir; öte yandan daha rahat avlanabilmeye de başlamışızdır. Çünkü iki ayak üzerindeyken sadece avcıları erken görebilmekle kalmayız, avları da daha uzaktan tespit edebiliriz. Üstelik, evrimsel geçmişimiz kedigiller ya da bir ayı kadar hızlı koşabilmemize elverişli şartlar taşımadığı için, ellerimizin serbest kalmasıyla ve diğer faktörlerin etkisiyle beynimizin büyümesi sonucu alet kullanımının gelişmesinin önü açılmış, böylece avlanmamız çok daha kolay hale gelmiştir.

Ellerin serbest olduğu hayvanlarda zekanın hep bir adım önde olduğu her zaman bilinen bir gerçektir. Bunu en basit olarak kuşlarda görmekteyiz. Kuşların "el" yapıları, her ne kadar kanat olarak işlev görse de, en yüksek beyinli canlılar arasında bulunan kuşlar bize bir fikir verebilmektedir. Zaten insan dışındaki diğer primatların zekası ortadadır ve pek çoğu alet kullanabilmekte ve karmaşık sorunları çözebilmektedir. Benzer şekilde, denizlerin en zeki canlıları arasında bulunan ahtapotlar ve mürekkepbalıkları, uzuvları herhangi bir şekilde sınırlandırılmamış canlılardır. Çünkü dediğimiz gibi, ellerin serbest kalması, canlının 3 boyutlu dünyalarında çok daha rahat hareket edebilmelerini ve bu dünyadaki cisimlerle çok daha aktif etkileşebilmelerini sağlar. İşte bu da, zekanın evrimini tetikler. Çünkü zeka, en basit tanımıyla cisimler ve olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurabilme becerisidir.

Ve sonraki iki noktamız ise, hepsini bütünleştirici niteliktedir. İlki; Cinsel Seçilim. Bu, günümüzde halen devam etmektedir. Tabii kişisel tercihler farklılık gösterebilir ancak Geoffrey Miller'ın "Sevişen Beyin" isimli ktiabında ileri sürdüğü gibi, atalarımızın dişileri, daha zeki ve sosyal becerisi kuvvetli olan bireyleri eş olarak kendilerine seçmiş olabilirler. Bu da, en büyük beyne sahip olanın sürekli olarak seçilmesini beraberinde getirir. Unutmamak gerekir ki, hayatta kalmak, Varolma Mücadelesi'nde tek başına bir hiçtir. Mutlaka, yavruların üretilebilmesiyle desteklenmelidir. Bu da, dişileri etkileyebilmekten geçer. İşte sosyal becerisi en yüksek ve en zeki olan bireylerin cinsel olarak seçilmesi, sürekli olarak beynimizin büyümesine sebep olmuştur. Bir diğer önemli nokta, pek çok hayvanın aksine, zekanın gelişmesinin bir yan ürünü olarak insanlarda, erkekler de dişileri seçmektedir. Bu da, karşılıklı olarak zekanın gelişmesini gerektirmektedir. Öte yandan yine de hala insanlar arasında da, diğer tüm hayvanlar gibi, dişilerin erkekleri seçme trendi olduğu gözden kaçmamaktadır.

Son olarak, tüm bu gelişimler elbette ki canlılığın birincil esaslarından olan beslenme ile desteklenmelidir. İnsanın ağaçlar üzerinde yaşayan ataları otlar ve meyveler ile beslenmekteydi. Ancak yukarıda saydığımız gibi savana hayatına geçilmesi ve ağaçlardan inilmesiyle birlikte diyet de değişmek zorunda kaldı. İnsan, artık eskisi gibi yeşillik bulamıyordu ve bu sebeple etrafta bulabildiği hayvanların etleriyle beslenmeye başladı. Ette, hiçbir bitkide bulunmayan protein, mineral ve vitamin kompleksleri bulunmaktadır. Bu karışım, beyin gibi vücudumuzun en çok enerji harcayan organlarından birini beslemek için ideal yiyecektir. İnsanların, diğer kombinasyonlarla birlikte et tabanlı diyete geçişi, nöronların sayısının arttırılabilmesini ve beynin karmaşıklaşabilmesini sağlamıştır. Belki diğer hayvanlar arasında bizden daha fazla etle beslenen vardır; ancak diğer kombinasyonların yokluğu ve çevresel baskıların eksikliğinden ötürü sadece et yemek zekalarının evrimleşmesine yeterli olmamaktadır. Burada verilebilecek bir diğer nokta, yeşillik tabanlı yiyeceklerden et tabanlı yiyeceklere geçilmesiyle birlikte apandiksin selüloz-sindirici özelliği gereksiz hale gelmiştir ve o zamanlardan beri körelmektedir.

İşte tüm bu etmenlerin kolektif sonucu, beynin büyümesini ve bugünlere kadar gelen sosyo-evrimimizi oluşturmuştur. Bu evrim, çok farklı şekillerde devam etmektedir. Ve açıktır ki, ortam koşulları ve insan ihtiyaçları değiştikçe, evrimimizin yönü de değişecektir.

Görülebileceği gibi, yukarıda sayılan beş faktör, teker teker ya da ikili üçlü gruplar halinde başka canlılarda da bulunabilir. Hatta yeterince incelenirse, belki beş faktörün de bir arada bulunduğu canlılar görülebilir (çok çok nadir de olsa). Ancak tekrar hatırlatılması gereken nokta şudur: bu beş faktörün olması, her zaman yeterli değildir. Çünkü ilk olarak, bu sayılanlardan çok daha fazlası, belki daha ikincil faktörler olarak insan evrimine etki etmiştir. İkincisi, bunların zamansal sırası da önem arz eder. Örneğin insan evriminde orman yaşantısından savanalara inmek çok önemli bir basamaktır ve çok ciddi çevresel değişim, dolayısıyla çevresel baskılar getirir. Böylesine bir değişimin, yukarıdaki faktörlerin etkisi altında sağlanması, matematiksel olarak nadir gerçekleşecek bir durumdur. Bu, insanda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla insanın zekası evrimleşmiştir.

Bu noktada bir de yanılgıdan bahsedelim: İnsan, bu zekayı ve beyni evrimleştirmiş canlı türü olduğu için tüm bunları sormakta, sorabilmektedir. Belki filler evrimleştirselerdi, onlar da aynı şeyi sorgulayacaklar ve işin içerisinden çıkamayabileceklerdi. Unutmayalım ki insanın herhangi bir ek özelliği bulunmamaktadır. İnsan da, belirli bir süredir doğada bulunan bir hayvan türüdür. Sadece yaşadığı bölgenin özellikleri ve şartları sayesinde bu kombinasyon bir araya gelip, zekanın evrimine yol açmıştır. Hiçbir canlı zeka evrimleştireyim diye kendisini zorlamaz. Zekanın abartılmış versiyonlarını aklımızdan atar ve bilimsel tanımıyla olaya yaklaşırsak, bu kadar büyütülecek bir durum olmadığı, sıradan bir hayvan özelliği olduğu, sadece insanda, saydığımız şartlar altında daha ileri gittiği görülebilecektir. Ancak bir pençeden, bir kanattan, bir yüzgeçten çok da üstün ya da farklı bir özellik değildir. Sonuçta hayatta kalmaya ve üremeye katkı sağlamıştır ve evrimleşmiştir.

Bu noktada, "yan ürün" ya da "yan etki" olarak görebileceğimiz bazı durumlardan bahsetmekte fayda vardır: Hayal gücü, hafıza ve algı bunun en önemli örneklerindendir. İnsan beyninin büyümesi ve gelişmesi sonucu, insanın algısı gelişmiş, hayal gücü genişlemiştir. İnsanın zekası, diğer hayvanlara göre daha ileriye gittikçe, etrafındaki olaylar arasında ilişki kurabilmeye başlamış, başından geçen olayları hatırlayarak geçmiş ve bugün; bugün ile gelecek ve hatta geçmiş ile gelecek arasında bağ kurabilmeye başlamıştır. Dilbilimciler, bu adımın, dilin evrimindeki en büyük basamak olduğunu belirtmektedirler (Aynur Demirdirek, ODTÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü). Bunların sonucunda hayal gücümüz gelişmiş ve sadece algılarımızla ayırt edebildiğimiz varlıkların ötesinde, algılarımızın da farkına vararak, algılarımızın ötesinde varlıklar da hayal edebilmeye başlamışızdır. Örneğin gözümüzün önüne kırmızı bir arabayı getirebilmemiz ya da başlı başına Tanrı ve din fikirlerimiz, bu hayal gücünün evrimine güzel örnekler teşkil etmektedir. Algı kapasitemizin gelişimi, zincirleme olarak kültür ve sanatı doğurmaya başlamıştır. Şu nokta açıktır ki, kültür ve sanatın evriminde, iletişim ihtiyacı önemli rol oynamaktadır. İlk sanatsal eserlerin mağara duvarlarındaki resimler olması, bize bunu göstermektedir.

Ne yazıktır ki algılarımızın gelişmesi ve bunun hayal gücü ile birleşmesi, başta belirttiğimiz sorunlara sebep olmuştur: "En üstün varlık" olduğumuzu düşünmeye başlamışızdır, algılarımızın açık olmasından dolayı "her şeyin merkezinde bizim var olduğumuzu" düşünmeye başlamışızdır, Evren'in "bizim etrafımızda" döndüğünü hayal etmiş ve arzulamışızdır, diğer canlılardan "üstün" olduğumuzu hayal etmeye başlamışızdır. Burada hep aynı örneği veririm: Zekamızın sonucunda edindiğimiz hiçbir alet-edevat olmadan çıplak bir şekilde doğada bir ayı, aslan, çita karşısında bırakılsak, acaba "üstün insan" olarak ne yapabiliriz, ölmekten ve yem olmaktan başka? Bunu kendinize sorunuz. Bir başka yazımızda, günümüzde Doğal Seçilim'in insanlar üzerinde nasıl etkilediğini ele alabiliriz. Bu da oldukça ilginç bir konudur.

Ancak bu kadarlık kısmı, umuyoruz ki insanlarda zekanın nasıl evrimleştiğini ve bunun sosyokültürel açıdan önemini anlatmaya yeterli olmuştur.

En içten saygılarımızla.

Kaynak: Evrimağacı
Resim
Kullanıcı avatarı
valheru21
Beyaz Avcı
Beyaz Avcı
Mesajlar: 2232
Kayıt: 21 Eyl 2011 08:44
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Naruto,Hellsing,Bakuman
Favori Anime: Gintama,One Piece, Naruto, Hellsing, Yu-Gİ-Oh, Bleach,Bakuman, Samurai 7

https://www.youtube.com/watch?v=5MDuDSIgMhI

Darwinistlerinde en az benim kadar yobaz olduğunu öğrenmek gece gece iyi geldi ya. :lol: :lol:
Resim "Dünyaca ünlü bilim adamları tarafından söylense bile saçmalık her zaman saçmalık olarak kalacaktır"
John Lennox
Kullanıcı avatarı
Kısa Lm
Mesajlar: 2091
Kayıt: 27 Kas 2012 10:50
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Kingdom - Bakuman - One Piece - Naruto - Bleach - Elfen Lied - FMA - Fairy Tail - Death Note - Hunter x Hunter - Shingeki no Kyojin - Historys Strongest Disciple Kenichi
Favori Anime: Kingdom - Gintama - Hellsing - Hunter x Hunter - Bakuman
Konum: Eskişehir

valheru21 yazdı:https://www.youtube.com/watch?v=5MDuDSIgMhI

Darwinistlerinde en az benim kadar yobaz olduğunu öğrenmek gece gece iyi geldi ya. :lol: :lol:

Ekleyen : İdrak-ı İslam
Video açıklaması : Neden Akıllı tasarım fikri Amerika'da yasaklandı, salt darwinizm ahlaki bir temellendirme oluşturabilir mi? Hepsi bu filmde..

İzleyecek olan ona göre izleyen darwinist mataryalast köminıst orospu çocukları hakkında güzel bi belgesel bilmem anlatabildim mi derdimi :lol:
Kullanıcı avatarı
valheru21
Beyaz Avcı
Beyaz Avcı
Mesajlar: 2232
Kayıt: 21 Eyl 2011 08:44
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Naruto,Hellsing,Bakuman
Favori Anime: Gintama,One Piece, Naruto, Hellsing, Yu-Gİ-Oh, Bleach,Bakuman, Samurai 7

Kısa Lm yazdı:
valheru21 yazdı:https://www.youtube.com/watch?v=5MDuDSIgMhI

Darwinistlerinde en az benim kadar yobaz olduğunu öğrenmek gece gece iyi geldi ya. :lol: :lol:

Ekleyen : İdrak-ı İslam
Video açıklaması : Neden Akıllı tasarım fikri Amerika'da yasaklandı, salt darwinizm ahlaki bir temellendirme oluşturabilir mi? Hepsi bu filmde..

İzleyecek olan ona göre izleyen darwinist mataryalast köminıst orospu çocukları hakkında güzel bi belgesel bilmem anlatabildim mi derdimi :lol:
Yok yahu sen yükleyen sayfayada açıklamayada bakma.Cidden adamlar en az benim kadar yobaz. :lol: Ayrıca filmde evrim yok diye bi şey geçmiyor yani gönül rahatlığı ile izleyebilirsin.Güven bana :lol:
Resim "Dünyaca ünlü bilim adamları tarafından söylense bile saçmalık her zaman saçmalık olarak kalacaktır"
John Lennox
Cevapla

“Bilim&Teknoloji&Bilgisayar” sayfasına dön