Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

MangaTurk Kültür Köşesi

Bu forum ciddi olan ve Anime/Manga haricinde her türlü tartışma konusu içindir Anime ve Mangadan uzak durun...kendinizi derin ve anlamlı sohbette bulun.
Kullanıcı avatarı
Diabolus Ipsum Amans
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 12051
Kayıt: 18 May 2010 22:56
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas
Favori Anime: One Piece
Konum: OutLanD
İletişim:

 !  Uyarı
Bu konuda yorum yapılmayacak, sadece herkes sağlam kaynaklardan olan bilgileri (bilimsel makale, Teori, Yayınlanmış kabul edilmiş şeyler) paylaşacaklar. Saçma Diyaloglar falan yok, yorum yazanı banlarım. Tek amaç, foruma giren kişilerin bilgi hazinesine bir şeyler katmaktır. Paylaşım her konuda serbesttir.

Arkadaşlar, bu konuda mini ve faydalı bilgileri paylaşacağız. Insanin ufkunu açacak, Türk toplumunun hatalarını da yazabilirsiniz. Benim Turkanime de gördüğüm istatistiksel bi bilgiyi paylaşa yim sizinle “Taşiyomi”, okumayı çok seven ve
ileri derecede hastalık haline
getiren Japon halkının, Metro ve
diğer toplu taşıma araçlarında
“Ayakta Kitap Okuma”
alışkanlıklarına verilen isimdir. Bir
eliyle kalabalığın içinde tutunacak
yer ararken diğer eliyle kitap
okumak için mücadele veren
Japonlar; haliyle dünyanın en çok
kitap okuyan milleti oluyor.
Bununda bir getirisi olarak
teknoloji devi olmayı fazlasıyla hak
ediyorlar.
Peki, acaba Türklerin bu olaya
bakış açısı ne?
Hiç kitap okumayarak kendisini
dünyanın en zeki insanı
zanneden, boş işlerle uğraşma
uğraşısını ilke edinmiş bazı
zihniyetler; otobüste ya da
metroda ayakta okumayı bırakın,
oturarak kitap okuyanları bile ilgi
toplamak ya da entel görünmek
için okuduklarını ileri
sürmektedirler. Hatta “memleketi
sen mi kurtaracaksın?” klişeleri
zaten, ”El âlem ne der” lafını
bilinçaltımıza kazımış bir millet
olarak, otobüste o garip, şaşkın ve
alaycı bakışları üzerimize çekmeyi
göze alamadığımız için, bu
alışkanlığı edinmemiz de biraz zor
olacaktır.
Birkaç sayısal veri ve hesaplama!
Japonya’da 1 kişi yılda ortalama
25 kitap okuyor. Türkiye’de ise 6
kişi 1 tane kitap okuyor, yani 150
kişi ancak bir Japon’un 1 yılda
okuduğu kitap sayısına
ulaşabiliyor.
Neden bu kadar az okuyoruz,
zaman mı yok?
Hemen birkaç hesaplama yapalım:
Türkiye’de televizyonlarda
yayınlanan bir dizinin reklamlar ile
birlikte ortalama 2.5 saat
sürdüğünü varsayalım. Her gün 1
tane dizi izleyen insan 150 dk gibi
bir değerli zamanı boşa harcamış
oluyor. Ortalama bir insanın 1
sayfayı 2 dk. sürede okuduğunu
var sayarsak ve bir kitabın
ortalama 200 sayfa olduğunu
düşünürsek, izleyici bu zaman
içinde günde 75 sayfa olmak
üzere 3 günde 1 kitabı bitirmiş
oluyor. Aylık olarak ise 10 tane
kitap okumuş oluyor. Gün içinde
takip edilen diğer dizi ve
programlar bu hesaba
katılmamıştır.
Bir başka hesaplama ise:
Her gün işe, okula giderken hep
aynı manzaraya bakıp hayaller
kurarak harcanan zamanın bir
kısmı değerlendirilebilir.
Varış noktasına kadar, sadece 10
sayfa kitap okuduğumuzda aylık
olarak 300 sayfa okumuş oluruz
ve bu da en az 1 ya da 2 kitap
okumak anlamına geliyor.
Sonuç olarak:
Japonya’da “taşiyomi” denilen bu
terim ile halk, okuma işini
alışkanlıktan çok ihtiyaç olarak
görüyor. Bizim de bilgiye, kültüre,
eğitime ihtiyacımız var, bunun için
bir an önce okuma alışkanlığı
kazanmak için çaba göstermeliyiz.
Unutmayın “Kitapsız hayat, kör,
sağır ve dilsiz yaşamaktır.“
Betrayer... In truth, it was I who was betrayed. Still, I am hunted. Still, I am hated. Now, my blind eyes can see what others cannot.
Kullanıcı avatarı
Diabolus Ipsum Amans
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 12051
Kayıt: 18 May 2010 22:56
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas
Favori Anime: One Piece
Konum: OutLanD
İletişim:

Bitkilerle tedavi yöntemleri;

ADET (AYBAŞI) DÜZENSİZLİKLERİ VE AŞIRI SANCILARDA
Adaçayı, Ahududu, Anason, Ardıç, Aslanpençesi, Aynisafa çiçeği, Biberiye, Böğürtlen,
Cezayir menekşesi, Çemenotu, Çobançantası, Eğirotu, Frenk kimyonu, Ihlamur, Kediotu,
Koyungözü, Köpek papatyası, Maydanoz, Mineçiçeği, Sarısabır, Sedefotu, Solucanotu,
Yabani mercanköşkü, Yarpuz.
ADRENALİN BEZİ SORUNLARINDA
Hodan.
AFRODİZYAK (CİNSEL GÜCÜ ARTIRICI)
(Badem), Çemenotu, (Fındık), Ginseng, (Kereviz), (Maydanoz), (Sater), (Yerelması).
AĞIZ ÜLSERLERİNDE
Adaçayı, Ahududu, Aslanpençesi, Böğürtlen, Cezayir menekşesi, Hatmi.
AĞIZ YANGILARINDA
Yabani mercanköşkü.
AĞRILARI KESİCİ
Binbirdelikotu.
AĞRILI İDRARDA
Hercai menekşe.
AKCİĞER ENFEKSİYONLARINDA
Hodan, Keten.
AKNE (SİVİLCE) TEDAVİSİNDE
Alman papatyası, Aslanpençesi, Aynisafa çiçeği, Civanperçemi, Dulavratotu, Hercai menekşe,
Karahindiba, Kedinanesi, Kediotu, Kekik, Kişniş, Kokulu menekşe.
ANA SÜTÜ ARTIRICI
Anason, Badem, Çemenotu, Dereotu, Frenk kimyonu, Hodan, Keçi sedefotu, Rezene,
Yerelması.
ANAFRODİZYAK (ŞEHVETİ YOK EDİCİ)
Şerbetçiotu.
ANFİZEM'DE
Andızotu.
ANJİN'DE
Kokulu menekşe.
ANTİSEPTİK VE ANTİBAKTERİYOLOJİK (MİKROP KIRICILAR)
Andızotu, Aynisafa çiçeği, Binbirdelikotu, Çin anasonu, Gül, Günlük, Karabaş lavantası,
Kedinanesi, Kişniş, Limon, Sarmısak, Sater, Sedefotu, Yabani mercanköşkü.
ARI SOKMALARINDA
Sarmısak, Soğan, Yabani mercanköşkü.
ARTRİD'DE
Ardıç, Kara hardal, Kereviz, Koyungözü.
ASTIM NÖBETİNDE RAHATLATICI
Andızotu, Frenk kimyonu, Kekik, Melekotu, öksürükotu, Sarmısak.
AYAK BANYOSUNDA
Arnika.

Şu konuya biraz özen gösterin.
Betrayer... In truth, it was I who was betrayed. Still, I am hunted. Still, I am hated. Now, my blind eyes can see what others cannot.
Kullanıcı avatarı
ugur_tatli
Hakiki Spagetti
Hakiki Spagetti
Mesajlar: 11200
Kayıt: 23 Ağu 2010 15:37
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: Toriko, Attack on Titan, Kaguya-sama, Mob Psycho 100, Minamoto-kun Monogatari
Favori Anime: Attack on Titan, Kaguya-sama, Steins;gate
Konum: Milano

Konu tam bir alakası bilmiyorum ama yazayım. Çok hoşuma gider stereogram resimleri. Bir kez yöntemi kaparsanız her zaman kullanabilirsiniz. Çok zevklidir.

Stereogram

Stereogramın Tanımı Stereogram Nedir?

Gözümüz uzaktaki cisimleri kısa, yakındakileri ise uzun algılar. İşte bu basit algıda yanılsamayı kullanır tüm 3D resimler... Aralarında belli bir mesafe olan özdeş iki çubuğu düşünün: Bunların bir fotoğrafını çektiğimizde (yani görüntüyü 2 boyuta indirdiğimizde (ki şu anda siz bilgisayarınızdan sadece 2 boyutlu görüntü alabiliyorsunuz.) uzaktaki çubuk normal olarak öndekinden daha kısa görünecektir. İşte biz de 2 boyutlu olan tüm resimlerimizde cisimlerin boylarını uzatıp kısaltır isek bunlara bir derinlik kazandırabiliriz. 3D resimlerin de yaptığı bu, başka bir şey değil aslında.

Stereogram (Şaşı Bak Şaşır)

Dünya 90'ların başında stereogram ile tanışıp bu çılgınlığına kapıldı. Bu resimlere şaşı bakarak 3 boyutlu arka plan imgeleri görebiliyorsunuz.

Resimler Görebilmek İçin İki Metot;

GERİ ÇEKİLME; Bu metotta önce ekrana iyice yaklaşın. Burnunuza odaklayın gözlerinizi ve yavaş yavaş uzaklaşın ekrandan. 10-20 cm. uzaklaştığınızda hafiften bir derinlik yakalayacaksınız. Bundan sonra o derinliğe odakladığınızda kendinizi resmin o üç boyutlu dünyası içinde bulacaksınız...

YANSIMAYI KULLANMA; Bu metot uygulama açısından en kolay metotlardan biri. Resme bakarken ekranın ardında oluşan yansımanıza odaklanın bir süre. Kendi görüntünüze odaklanırken resim içindeki derinliği de yakalayacaksınız bir zaman sonra. Daha sonra iş yine bu derinliğe odaklanmakta tabii...

Stereogram resimleri.
► Spoiler Göster
Alıntıdır.
Kullanıcı avatarı
landonxxx
Mesajlar: 1109
Kayıt: 29 Eki 2011 01:15
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: tenjho tenge,Şekerkız candy
Favori Anime: devil my cry,tenjho tenge,şeker kız candy
Konum: uzaklarda bir yerlerde

Çindeki Türk Piramitleri

İlk insan mumyalama tekniğini mükemmel bir şekilde uygulayanlar Altay Türkleridir.(Mısır medeniyetinden yüzyıllarca önce) Uygur bölgesinde bulunan,Mısır piramitlerinden yüzyıllarca önce yapılan ve Mısır piramitlerinden daha yüksek/büyük olan piramitleri yapan Türklerdir.Çin hükümeti buraya girişi tamamı ile yasaklamıştır.Çünkü bu piramitlerin içinde proto-Türk yazılar mevcut.Arkeologların dahi girişine kati surette izin verilmiyor.Çünkü dünya tarihinin tekrar yazılması gerekebilir.

ORTA ASYADAKİ TÜRK PİRAMİTLERİ

Bugün çin sınırları içerisinde yer alan, xian şehrine 100 km uzaklıkta qin ling shan dağlarında Ön-Türk uygarlıklarından birisi tarafından inşa edilmiş, etrafında irili ufaklı 100 adet piramitle beraber, 300 metre yüksekliğinde bir piramit bulunmaktadır; BEYAZ PİRAMİT
Beyaz Piramit’in ikinci dünya savaşı sırasında çin’e yardım malzemesi götüren bir C-54 uçağından çekilen fotoğrafı 1957 yılında ilk kez life dergisinde yayınlanmıştır.
Bu piramitleri araştırmak üzere 1994 yılında şensi bölgesinde bir araştırma gezisi yapan alman bilim adamı hartwig hausdof kendi koleksiyonundan birkaç resmin halka açılmasına izin vermiştir. hausdorf’a göre piramitlerin yapım tarihi en az M.Ö. 2500’ler civarındadır.
Bölge çin tarafından yasak bölge ilan edilmiş olduğundan dolayı piramitler içerisinde bulunan mısır medeniyetinden çok ileri bir teknikle mumyalanmış olan cesetler ve Ön-Türkçe yazıtlar üzerinde araştırma yapılamamaktadır.

Piramitlerin ebat,orijinal şekil ve büyüklükleri ,dikkat çekmemesi açısından çin hükümeti tarafından maksatlı olarak tahrip ve kamufle edilmiştir.Piramitlerin üst tarafları kesilmiş ve üstleri toprakla doldurulup, kamuflaj amacıyla ağaçlandırılmıştır .



Çin’deki Türk Mumyaları

Ceviz Kabuğu Progamın’a katılan (İzleyici telefonu) Halil Şıvgın (Eski “Sağlık Bakanı” demiş ki:

“1984 yılında ben Çin’i ziyaret ettim, Çin’i ziyaretim sırasında Turfan’a götürdüler. İlk defa Turfan’a giden Türk heyetinin mensubu olmakla da gerçekten gurur duyuyorum. Orada bizi gezdirirken mumya bulduklarını söylediler ve biz mumyaları gördük. O gördüğümüz mumyaların Mısır’daki mumyalardan çok farklı olduğunu ifade ettiler, yani teknoloji olarak, yapımı olarak Mısır’daki mumyaların önünde olduğunu.

Daha sonra aradan yıllar geçti, bir televizyon kanalında bu konun tartışılmakta olduğunu gördüm. Gerçekten bilimsel olarak, gidilmiş, Mısır mumyalarıyla Turfan’daki mumyalar arasında bir kıyaslama yapılıyor. Bu kıyaslamada, Turfan mumyalarının… …Ben orada kadın mumyaları gördüm, çocuk mumyaları gördüm, erkek mumyaları gördükm, fakrlı şeylerden. Ve o sırada, hatta bir tanesinde yeterince koruma yapılmamış, bozulmaya başlamılştı müzede gördük onları.

Bu mumyalardaki üstünlüğü bilim adamları ortaya koymaya başladılar. Bilim adamlarının ortaya koydukları bir gerçek var ki, ilk defa mumya kültürünün Türkler’den geliştiği ortaya çıkıyor. Bundan dolayı da ben şimdi iştirak ediyorum. Yani ben bilim adamı değilim, ama bizim bilim adamlarımınızın bu olayın üzerine ciddiyetle eğilmeleri gerekiyor. Eğer Mısır’daki mumya kültürü olduysa, var idiyse geçmişte, onun etrafında da bir kültürün olması lazım. Mısır’ın etrafında mumya kültürüyle ilgili herhangi bir şey yok. Afrika öbür taraf, bu tarafta da yine böyle bir kültür yok. Dolayısıyla, Orta Asya’dan o bölgeye giden Türkler’in varlığı söz konusu olabilir…”

Ben bir katkıda bulunmak istiyorum bu mumyalar konusunda Urumçi mumyalarını söz konusu etmiştir, tabii ki çok önemli. Bakın, buradaki Urumçi’de teşhir edilen mumyalardan ilk birincisi 44 yaşında ve Milattan önce 1000, yani günümüzden 3000 yıllık. Bir başkası gene 1600, en yaşlı olarak da işte bu “Lolan” denilen bayan mumyası var, Doğum’dan önce 2000 bu, yani 4000. Şimdi en büyük özellii iç organlarının çıkartılmamış olması. Başka ?.. Şu andaki mumyaların durumu Mısır mumyalarına nazaran çok daha iyi olması… İleri teknolojide bir mumyalama sistemi öyledir, uygulanmıştır. Dahası, bir mumyanın üzerinde ameliyat izi var, at kılıyla dikilmiş. Amerika doktorların tespiti, dünyada ilk ameliyat veya operasyonlardan bir tanesi olarak kabul ediliyor. Dahası var; burada kumaş ekose ve boyalı ve Doğum’dan önce 2000′i konuşuyoruz, günüzmüden 4000 sene öncesini konuşuyoruz.



Türk Bilim adamı Kazım MİRŞAN yaptığı araştırmalarda Ön-Türk uygarlıkları tarafından OT-OĞ olarak isimlendirilen Ön-Mısır’a M.Ö 3000 Yıllarında Doğu Anadolu’dan Isub-Ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. Kazım MİRŞAN’ın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet mısır hiyeroglifini Ön-Türkçe olarak okumuş olduğu ve mumyalama tekniklerinin yine M.Ö. 3000′li yıllarda Altaylarda geliştirildiği düşünülürse Piramit inşa teknolojisinin Eski Mısır’a Ön-Türk Uygarlıkları tarafından öğretildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tüm İnsanlık tarihini değiştirerek; MEDENİYETİN ASIL YARATICISININ TÜRKLER OLDUĞU SONUCUNU DOĞURAN bu olağanüstü keşif batılı bilim adamları tarafından ısrarla görmezlikten gelinmekte ve insanlığın bilgisinden daha uzun süre saklanması mümkün olmayan bu piramitleri başka bir uygarlığa mal etmeyi amaçlayan maksatlı çalışmalar yapılmaktadır.


Son olarak çin deki en büyük Türk piramiti olan beyaz piramitin içine gerekli izinlerin alınması kaydı ile Türk araştırmacı yazar Oktan Keleş girmiştir.Ancak ona eşlik eden çinli rehber yüzünden çok iyi araştırma yapamayıp kısa süre içerisinde oradan çıkmak zorunda kalmıştır.


34°21'45.22" 108°38'6.44"

34°23'55.47" 108°42'48.65"

34°22'36.10" 108°41'9.70"

34°23'32.01" 108°44'12.23"

34°24'6.90" 108°46'6.28"

34°22'32.93" 108°41'47.48"

Bunlar da piramitlerin google earth kordinatları.
Resim
Kullanıcı avatarı
landonxxx
Mesajlar: 1109
Kayıt: 29 Eki 2011 01:15
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: tenjho tenge,Şekerkız candy
Favori Anime: devil my cry,tenjho tenge,şeker kız candy
Konum: uzaklarda bir yerlerde

Bunlarda Oktan Keleş'in piramitin içinde yaptığı kısa süreli gezi sonucu elde ettiği fotoğraflar.
► Spoiler Göster
► Spoiler Göster
► Spoiler Göster
► Spoiler Göster
Arkadaşlar düzenleme olarak Oktan Keleş'in piramit içinde yaşadıklarını aktardığı bir makale paylaşıyorum.
► Spoiler Göster
En son landonxxx tarafından 14 Nis 2012 17:02 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
Resim
Kullanıcı avatarı
valheru21
Beyaz Avcı
Beyaz Avcı
Mesajlar: 2232
Kayıt: 21 Eyl 2011 08:44
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Naruto,Hellsing,Bakuman
Favori Anime: Gintama,One Piece, Naruto, Hellsing, Yu-Gİ-Oh, Bleach,Bakuman, Samurai 7

Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) ve Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) Deneyi CERN Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi anlamına gelen Fransızca Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire sözcüklerinin kısaltmasıdır. Bu kurum, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülkenin katılımıyla kurulmuş olan CERN'in günümüzde 20 asil üyesine ilaveten Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 8 gözlemci üyesi vardır.

CERN'de yüzlerce bina, 3000 kişilik destek personeli ve CERN personeli olan 2500 kadar fizikçi vardır. Bunlardan 100 kadarı kuramsal fizikçilerdir. Diğerleri ise, çeşitli kuramların araştırıldığı deney düzeneklerinin projelerini hazırlayan, yapımını sağlayan ve deneyleri yürüten deneysel fizikçiler ve mühendislerdir. CERN'ün kendi personeline ek olarak dünyanın seksen ülkesinden yaklaşık 8000 kadar fizikçi ve mühendis de CERN'de yer almaktadır.

CERN'de en önemli yeri, yeraltındaki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) denilen parçacık hızlandırıcılarının, olduğu bölgedir. Tarım arazisinin altında kilometrelerce uzanan dev makinalarda proton denilen atom parçacıkları yahut atom çekirdekleri birbirleriyle çok yüksek hızlarda çarpıştırılırlar. Örneğin özel görelilik kuramına göre LHC'deki protonlar ışık hızının %99.999998'sine kadar hızlanınca protonun kütlesi de 7000 katına (7 TeV)* çıkacaktır. 1956'da kurulan 28 GeV'lik* eşzamanlı proton hızlandırıcısından sonra 1976'da da 450 GeV'lik bir başka hızlandırıcı daha kulanıma girdi. 1981'de geliştirilerek çarpışma halkası olarak kullanılabilecek duruma getirilen bu cihazdan bugün, dönüşümlü olarak parçacık hızlandırıcısı ve çarpıştırıcı olarak faydalanılmaktadır. Çarpışmalar ile bazı kısa ömürlü yeni madde biçimleri bu arada parçacık fizikçilerinin ilgilendiği W ve Z parçacıkları ortaya çıkarılmıştır. CERN, Avrupa'nın fizik alanında Amerika ve Rusya ile yarışa girmesini sağlamıştır.
*( 1 TeV = 1 terraelektronvolt = 1012 eV)
( 1 GeV = 1 gigaelektronvolt = 109 eV)

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) Deneyi

Dünyadaki en büyük çarpıştırıcı olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider, LHC), 2000 yılında faaliyeti sona eren Büyük Elektron-Pozitron Çarpıştırırcısı (Large Elektron-Positron, LEP) yerine inşa edilmiştir. Çevresi 26.659 metredir (yaklaşık 27 km) ve yer yüzeyinden 100 metre derinliktedir. LHC’de çok yoğun iki proton demeti 14 TeV’lik (14×1012 eV) kütle merkezi enerjisinde çarpıştırılacaktır. Proton demetleri vakum (10-13 atm) altında ışık hızına yakın bir hızda (ışık hızının %99,99’u kadar) çarpışacaklar ve her saniyede yaklaşık 600 milyon çarpışma meydana gelecektir. Sistem, süper iletken teknolojisi kullanarak mutlak sıfırın hemen üstünde -271 °C’de çalışacaktır. Bu, dünyada erişilmiş en yüksek çarpışma enerjisi olacaktır, dolayısıyla bu sayede maddeyle ilgili bugüne kadar bilinmeyenlerin gün ışığına çıkması mümkün olacaktır. Yüksek enerji fiziği araştırmalarında bir çığır açılacak, mevcut teorilerin aradığı birçok sorunun cevabı –evrenin oluşumu da dâhil olmak üzere- CERN’de yapılacak deneylerden elde edilecektir.

Dedektörler ise LHC sisteminin ana parçalarını oluşturmaktadır ve hızlı parçacıklar çarpıştığında oluşan parçacıkları kaydeden, on binlerce karmaşık parçadan ve elektronik devreden oluşan dev aygıtlardır. LHC çarpıştırıcısı ATLAS, CMS, ALICE ve LHCb olmak üzere dört dedektöre sahiptir.
► Spoiler Göster
ATLAS (A Toroidal LHC ApparatuS): Evrenimizi oluşturan temel kuvvetleri ve maddenin temel yapısını araştırmakta kullanılacaktır. Boyut olarak en büyük LHC dedektörüdür. ATLAS deney grubunda, 35 ülkeden 150 üniversite ve laboratuvardan katılan toplam 1800 fizikçi bulunmaktadır. Bu deneydeki çalışmalara ülkemizden, TAEK destekli projeler çerçevesinde, Ankara Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi katılmaktadır.
► Spoiler Göster
CMS (Compact Muon Solenoid): Genel amaçlı bir dedektördür, manyetik alanı selonoid tarafından oluşturulur. Bazı fizik süreçlerinin iyi algılanabilmesi için özel tasarımlanmıştır. 37 ülkeden, yaklaşık 2000 fizikçi ve mühendis katılmakta, 155 enstitü katkı vermektedir. Bu deneydeki çalışmalara ülkemizden, TAEK destekli projeler çerçevesinde, Boğaziçi Üniversitesi, Çukurova Üniversitesi ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi katılmaktadır.
► Spoiler Göster
ALICE (A Large Ion Collider Experiment): Çok küçük boyutlarda maddenin fiziğini araştırmakta kullanılacaktır. Çekirdek-çekirdek çarpışmaları ile quark-gluon plazmasını inceleyecektir. Bu deneydeki çalışmalara ülkemizden, TAEK destekli bir proje çerçevesinde, Yıldız Teknik Üniversitesi katılmaktadır.

LHCb (Large Hadron Collider beauty): b-kuark ve b mezonların özelliklerini ve parite bozulmasını araştırmak amacıyla kurulmuştur.

LHC yılda yaklaşık olarak 15 petabayt (15 milyon gigabyte) veri üretecektir. Bu ise toplam olarak yılda 100.000 DVD’yi doldurmak anlamına gelmektedir! Dünyada bu konuyla ilgili bilim insanları bu verilere ulaşacak ve verileri analiz edeceklerdir.

Aşağıdaki spoiler'in içerisinde İTÜ Fizik Bölümünden Doç.Dr. Kerem Cankoçak'ın CERN'deki LHC deneyleri hakkındaki gerçekler ve yanlış bilinenler üzerine yazdığı makaleyi okuyabilirsiniz.
► Spoiler Göster
Resim "Dünyaca ünlü bilim adamları tarafından söylense bile saçmalık her zaman saçmalık olarak kalacaktır"
John Lennox
Kullanıcı avatarı
Xadexia
Mesajlar: 826
Kayıt: 04 Ara 2011 22:47
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: naruto, bleach, the breaker, the breaker NW, unbalance x unbalance Sun Ken Rock, HSD Kenichi, Fairy Tail, OP, FMA, Noblesse, Gamaran, Hellsing,, Veritas
Favori Anime: Naruto, Death Note, FMA, Elfen Lied, Bleach, Hellsing, Kenshin, Basilisk..
Konum: Ranzanın Alt Katında..

Hitler niçin yahudilerden nefret ediyordu?..


Hilerin kavgam isimli eserini okuyanlar bilirler ve anlarlar bu yahudi düşmanlığı ndendir? niçin bu kadar insanı öldürmüş bu adam diye..

çoğumuzda derki'' ya bu kadar masum insan ne diye öldürülmüş v.s vs

ACABA GERÇEKTENDE MASUMLARMIYDI?

bu insanın haklı olup olmadığını anlamak için yapmanız gereken şu:

Google a girin.
filist zulmü diye aratın karşınıza çıkan haberleri okuyun.
sonrada aşağıda kavgam isimli eserdeki kesitleri okuyun.

Düşüncelerinizi lütfen yazın.
teşekkürler

Nihayet on dört on beş yaşıma geldiğimde siyasetten bahsedildiği sıralarda Yahudi kelimesini duymaya başladım. Bu sözler ben de az da olsa bir itiraz etme duygusu uyandırıyordu. Mezhepler dolayısıyla çıkan kavga ve çekişmeleri gördüğüm vakit içimde nahoş hisler kabarıyordu. Bu hal de, beni bu hususta bazı itirazlara zorluyordu.

Linz'deki Yahudi sayısı azdı ve Avrupalılaşmalardı. Onları Alman zannediyordum. Bu kanaatin manasızlığını idrak edemiyordum. Almanla Yahudi arasındaki farkın sadece dinler arasında olduğunu zannediyordum. Hatta sürekli zulümlere hedef olmalarını, din farkına veriyor ve bu yüzden de kendilerine antipati beslemiyordum.



İşte kafam bu düşüncelerle dolu olarak Viyana'ya geldim. Mimari alandaki kabiliyetimin bolluğu içine daldığım ve kendi mukadderatımın ağırlığı altında ezildiğim için, ilk günler büyük şehrin nüfusunu teşkil eden çeşitli zümreler hakkında gözüme hiçbir şey takılmadı. O günlerde Viyana'da iki milyon kişi yaşıyordu ve bu nüfusun iki yüz bini Yahudi idi. işte ben bunun farkında değildim. İlk günlerde gözlemlerim ve düşüncelerim, yeni değer ve fikirlerin giriştikleri hücuma pek o kadar karşı koyacak kuvvette değildi. Nihayet içimde ağır ağır sükûnet ortaya çıkmaya başladığı ve bu hummalı hayaller açıklığa kavuştuğu sıralarda, Yahudi meselesi ile burun buruna geldiğim an ki, etrafımı çepeçevre saran dünyaya çok daha dikkatli bakmaya başladım.

Yahudi meselesi ile karşılaşmamdaki şekil bana pek hoş gelmedi. Ben o sıralarda Yahudi'yi sadece başka bir dine mensup bir kimse olarak kabul ediyordum. Dini çekişmelerden ve dini inanışlardan çıkan her türlü düşmanlığı, hoşgörü ve insaniyet adına daima kınamaktan da kendimi alamıyordum. Bu arada Viyana'nın Yahudi aleyhtarı basının tutumu da bana medeni bir milletin örf ve geleneklerine yakışmaz gibi geliyordu. Orta çağlara kadar uzanan ve tekrarı kanaatimce hiç istenmeyen bazı olayların hatırası aklıma takılıyordu. Esasen bu bahsettiğim gazeteler, birinci sınıf basın organı olarak kabul edilmiyorlardı. Peki ama niçin bu böyle idi? Bunu o günlerde ben de pek bilmiyordum, işte bundan dolayı bu gazetelerin tutumuna hiddet ve çekememezliğin sebep olduğunu sanıyordum. Bu kanaatimi, büyük basın organlarının yayın yolu ile yapılan bu hücumlara karşılık vermemesi de kuvvetlendiriyordu. Benim takdir edip, beğendiğim husus, bu basının kendi aleyhindeki yayınlara cevap vermeyip, susarak ve onlardan hiç bahsetmeyerek onları "sessizlik" ile ortadan kaldırması idi.

Dünyaca meşhur Neue Freie Presse, Wiener Tagblatt ve diğerini devamlı olarak okudum. Okurlarına bol bol bilgi vermeleri ve konuları gayet tarafsız ortaya koymaları beni hayrette bıraktı, işte bu basının kibar halini takdir ediyordum. Sadece basının ağır üslûbu beni biraz rahatsız ediyordu, hatta bende olumsuz etki bırakıyordu. Belki de bu kusur, bütün bu büyük kozmopolit şehre can veren çırpıntılı ve hareketli yaşayışın sonucu olabilirdi. O günlerde, Viyana'yı böyle bir şehir saydığım için, kendi kendime bulduğum açıklamanın bir mazeret teşkil etmekten öteye geçemeyeceğini kabul ediyorum.

Fakat beni en çok rahatsız eden şey bu basının hükümete pek yılışık ve terbiyesiz bir şekilde kur yapması idi. Hofbourg'da küçük bir olay çıkmaya görsün, işte bu olay okurlara, ya çok büyük bir şevk ve galeyan içinde ya da büyük bir üzüntü bulutu altında kaleme alınarak sunuluyordu. Hele hele gelmiş geçmiş bütün devirlerin en akıllı hükümdarı (!) konu edildiği vakit, gazetelerde çıkan yazılar, kızışma sırasındaki bir yaban horozunun dişisini büyülemek için yaptığı dansı akla getiriyordu. Bütün bunlar bana bir gösterişten ibaret gibi geliyordu.

İşte benim bu gözlemim "liberal demokrasi" hakkında bugüne kadar beslediğim fikirlerin üzerine bazı gölgeler düşürdü. Sarayın sevgisini bu şekilde kazanmak, milletin şerefini hiçe saymak demekti. Böylece Viyana'nın büyük basını ile arama kara kedi girmişti. Her zaman yaptığım gibi, daha ilk günlerde de Almanya'da gerek siyasi alanda ve gerek sosyal yaşayışta gelişen olayların hepsini Viyana'da büyük bir dikkat ve ihtirasla takip ediyordum. Reich'ın yükselmesini, Avusturya Devleti'nin rehavet hastalığı ile gurur ve hayranlık duyarak mukayese ediyordum. Reich'ın dış siyasetindeki başarıları bana sonsuz bir keyif verirken içteki siyasi durum beni o kadar sevindirmiyordu. O sıralarda ikinci Guillaume aleyhindeki mücadeleyi hiç uygun bulmuyordum. Onu sadece Alman imparatoru kabul etmiyor, aynı zamanda Alman donanmasının tek yaratıcısı sayıyordum.

Reichtag'ın, imparatoru siyasi nutuk vermekten alıkoyan kararı, beni bir hayli sinirlendiriyordu. Çünkü bu karar bu hususta hiçbir yetkiye sahip olmayan bir meclisten çıkıyordu. Bu erkek kazlar, parlamentolarında sadece bir devre zarfında bile, bütün bir imparator hanedanının yüzyıllar boyunca yapamayacağı manasızlıklardan Çok daha fazlasını ortaya koyuyorlardı. Her yarı delinin düşüncelerini dinletmek için söz aldığı, hatta kanun yapıcısı sıfatı ile devlet içinde başıboş bırakılan ve bütün dönemlerin en geveze insanlarından oluşan aşağılık bir meclisten, imparatorluk tacım taşıyan kişinin azar işitebildiğim görmek bende nefret uyandırıyordu. Ayrıca beni çileden çıkaran başka bir şey daha vardı. Bu da imparatorluk •tabalarının en adi atlarını bile, gayet saygıyla selamlayan ve eğer hayvan kuyruğunu sallarsa büyük bir vecde dalan Viyana basınının, Alman imparatoru'na ait asılsız endişelerini üzüntülü bir dille ve aslında iyi bir biçimde saklanamayan kötü bir niyetle ortaya koymaya cesaret etmesi idi. Eğer bu basının yazdıklarına bakılırsa Almanya imparatorluğunun işlerine karışmak niyetinde değildiler.

Keşke ALLAH onları böyle bir davranıştan korusa! Fakat onlara bakılırsa, iki imparatorluk arasındaki anlaşmanın ortaya çıkardığı ödevi yerine getiriyorlardı ve bu bakımdan yaranın üzerine o adi, pis parmaklarını güya dostça bir biçimde basıyorlardı. Böylece basının gerçeği yazma ödevini yerine getirmiş oluyorlardı (!) Aslında onlar, böyle yazarak sırıta sırıta yaraya kirli parmakları ile basıyorlardı. Bundan dolayı bütün kanım tepeme çıkıyordu. Gitgide büyük ve itibarlı (!) basından şüphe etmeye başladım. Sonunda Yahudi aleyhtarı gazetelerden biri olan Deutsches Volksblatt'ın bu durumda daha asil ve terbiyeli bir şekilde hareket ettiğini gördüm.

Ayrıca beni sinirlendiren diğer bir husus da, büyük basının o günlerde Fransa Devleti'ne karşı gösterdiği saygı idi. Nerede ise bu saygı ibadet şeklini alacaktı. Bu itibarlı (!) basının o "medeni millet"i övmek için söylediği güzel şiirleri okuduğum zaman, insan Alman olduğuna adeta utanıyordu. Bu adi Fransa sevgisi salgını çok defa bu büyük gazeteleri elimden fırlatıp yere atmama sebep oldu. Çoğu zaman Volksblatt'ı okuyordum. O daha küçük bir dünyaya sahip i-di. Fakat böyle konuları daha uygun bir üslûpla ele alıyor ve inceliyordu. Gerçi onun Yahudi aleyhtarlığını pek tasvip etmiyordum. Fakat yazılanların arasında bazı kere öyle deliller tespit ediyordum ki, bunlar beni düşünceye sevk ediyorlardı.

Belki de o günlerde Viyana'nın kaderine hakim olan şahsı ve partiyi işte bu hava içinde tanıdım. Bu adam Dr. Kari Lueger, parti de Hıristiyan Sosyal Parti idi. Viyana'ya geldiğim günlerde bunlara karşıydım. Bana göre Dr. Kari Lueger ve parti, gericiydiler. Fakat sonunda, hem o şahsı hem de eserini tanımak fırsatını elime geçirince bu hükmümü değiştirdim. Bugün bile Dr. Kari Lueger'i bütün devirlerin en yüksek Alman belediye başkanı kabul ediyorum. Hıristiyan Sosyal hareket karşısındaki kanaatlerimin değişmesi ile, kafamda ne kadar batıl düşünceler varsa hepsi bir anda yok oluverdi. Yahudi aleyhtarlığı hususundaki kanaatim de zamanla değişti. Fakat bu doğru yola giriş benim için çok ıstıraplı oldu. Ayrıca zihnimde gizli mücadeleler cereyan etti. Ancak, akıl ve hissiyat, tıpkı iki düşman gibi birbirleri ile savaştıktan sonra, akıl zaferi elde etti. iki yıl geçtikten sonra ise, akıl ve hissiyat birbiri ile birleşti ve sonunda hissiyat aklın sadık bir koruyucusu ve yol göstericisi oldu. Düşüncelerimin aldığı terbiye ile akıl arasında geçen ve pek hoş olmayan bu büyük çekişme sırasında Viyana kaldırımlarının verdiği hayat dersi, benim için çok değerli görevleri yerine getirmemi sağladı.

Artık sokak ve caddelerde körler gibi dolaşmıyordum. Gözlerim açılmıştı. Bir gün Viyana'nın eski mahallelerinden geçerken, ani olarak uzun pelerinli, uzun siyah saçlı bir adamla karşılaştım. Bu da bir Yahudi miydi? işte ilk aklıma gelen düşünce bu oldu. Linz Yahudilerinde bu kıyafet yoktu. Bana yabancı gelen simayı ihtiyatlı bir şekilde ve dikkatle inceledim. Bu yabancı simayı inceledikçe adamın yüz hatlarına dikkatle baktıkça biraz evvel kendi kendime sorduğum soruyu değiştirdim: Acaba bu bir Alman mıydı?

Hemen kitaplarda şüphelerimi yok edecek çareler aradım. Hayatımın ilk Yahudi aleyhtarı broşürlerini satın aldım. Fakat ne var ki, bu broşürlerin hepsi de okuyucularının Yahudi davasını biraz biliyor farz ederek hazırlanmıştı. Bu broşürlerdeki yazılarda bende yeni birtakım şüpheler doğurdu. Keza iddialarını ispat için ileri sürdükleri deliller çok yüzeysel ve ilmi temelden tamamen uzaktı, işte bundan dolayı batıl fikirlere tekrar saplandım. Bu durum haftalarca ve hatta aylarca devam edip gitti.

Mesele bana o kadar anormal, ithamlar o nispette ölçüsüz geliyordu ki, haksız bir karar alma korkusu, bana işkence edip duruyor, beni endişe ve tereddütlere düşürüyordu. Esasen, dini çekişmeler sırasında özel bir mezhebe mensup olan Almanların konu edilmediğini, tamamen ayrı bir ırkın, yanı Yahudiliğin üzerinde durulduğunu anlamaya başladım.

Artık bu hususta hiçbir şüphem kalmadı. Çünkü bu konu ile meşgul olmaya başladığım ve bütün dikkatimi Yahudiler üzerine yoğunlaştırdığım günden bu yana Viyana'yı başka bir şekilde görmeye başladım. Artık nereye gitsem, ne tarafa baksam gözüme hep Yahudiler takılıyordu. Yahudileri çok ve sık gördükçe onları diğer insanlardan kolayca ayırabiliyordum. Viyana'nın merkezinde ve Tuna'nın kuzeyindeki mahallelerin dış görünüşleri, Almanların oturdukları yerlerin görünüşleri ile tamamen farklı idi. Oralarda başka bir nüfus cıvıl cıvıl kaynaşıp duruyordu.

Şimdi, belki bu hususta, yani Yahudileri tanımada biraz şüphem varsa da, Yahudilerden bazılarının davranışları beni her türlü süphe ve tereddütten uzaklaştırıyordu. Yahudiler arasında gelişme ve Viyana'da oldukça dal budak sarmış büyük bir hareket Yahudi ırkının vasfını özellikle göze çarpar bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu büyük hareket Siyonizm'di.

Yahudilerin küçük bir kısmı Siyonizm'i tasvip ediyordu. Geri kalan çoğunluk ise bu prensibi kabul etmiyor gibiydi. Fakat bu davranışlara yakından bakılacak olursa, perde kalkıyor ve ortaya bambaşka bir durum çıkıyordu. Göze, kendi davalarının gereği olarak Uydurdukları birtakım aslı astarı olmayan sebepler çarpıyordu. Gerçekte ise Liberal Yahudiler, siyasi faaliyet gösteren Yahudileri, aynı irkin mensupları değildir diye reddetmiyorlardı. Onlar sadece Yahudiliklerini düşünerek onlara fena gözle bakıyorlardı. Fakat bu durum onların bir araya gelmelerine ve birlik olmalarına engel teşkil etmiyordu, işte bu Liberal Yahudilerle, Siyonist Yahudiler arasındaki yapmacık kavga bende büyük bir tiksintinin doğmasına sebep oldu. Bu göstermelik çekişme hiçbir gerçeğe dayanmıyordu, tam manasıyla koca bir yalandan ibaretti. Bu hile ise, Yahudi ırkının kendine yakıştırdığı asalete ve temiz ruhluluğa hiç uygun düşmezdi. İşin aslına bakılırsa bu ırkın ahlaklı ve temiz ruhlu oluşu çok özel bir haldi.

Bu heriflerin suya karşı ne kadar az yakınlıkları olduğu yüzlerine bakılınca, hatta çoğu defa yanlarına gözünüz kapalı olarak bile yaklaşınca derhal anlaşılıyordu. Sonra bu pelerin giyen heriflerin o adi kokularını duydukça, midemin kabardığını hissetmeğe başladım. Hepsinin üstü başı pisti ve hiç de kibar kimseler değildiler. Anlattığım bu ayrıntıda belki ilgi çekici bir husus yoktur. Ama bu heriflerin pislikleri altında o seçkin ırkın ahlak yönünden eksikliğini tespit edince büyük bir tiksinti duyuyordum.

Artık beni en çok ilgilendiren şey Yahudilerin bazı sahalarda gösterdikleri faaliyetlerdeki hareket şekilleri idi. Yavaş yavaş hareketlerinin sırlarını keşfetmeye başladım. Sosyal hayatta ne şekilde olursa olsun herhangi bir kötülük varsa Yahudi ona muhakkak katılıyordu. Bu tip bir yaraya neşter vurulur vurulmaz, kokuşmuş bir vücuttaki solucan gibi parlak ışıktan gözleri kamaşmış bir çıfıt ortaya çıkıyordu.

Yahudilerin basında, güzel sanatlarda, edebiyatta, tiyatro ve sinemadaki faaliyetlerini inceden inceye tetkik edince, bende Yahudilik aleyhinde bir çok ithamlar birikti. Böylece tatlı sözler, tatlı yazılar bana bir fayda vermez oldular. Herhangi bir tiyatro ya da sinema afişlerine bakmak ve o temsili ya da filmin senaryosunu yazan adları incelemek yetiyordu. Böyle yapılınca insan ister istemez Yahudilerin amansız düşmanı oluyordu. Bu sinsi faaliyet Viyana'da halkı zehirleyen bir ahlak vebasıydı ki, eski devirlerin vebasından çok daha büyük felaketlerle yüklüydü. Bu zehir hiç durmadan bol miktarda i-mal edilip etrafa yayılıyordu. Bu eserleri meydana getirenlerin terbiye ve fikir seviyeleri ne kadar sıfır, hatta sıfırın altında ise, eser (!) meydana getirme kabiliyetleri de o kadar büyük idi. Bu adi adamlar sanki bir püskürtme makinesi gibi, bütün pisliklerini insanlığın yüzüne fışkırtıp duruyorlardı. Bu gibi adi adamların sayısı da bir hayli kabarıktı.

Tanrı'mın lütfettiği bir Goethe'ye karşılık, onun çağdaşlarına bu çalakalem giden heriflerin musallat olduklarını bir düşünün. Bu adı adamlar birer basil gibi en temiz ruhları zehirlemekten bir an bile geri kalmıyorlardı. Yahudi'nin Tanrı tarafından bu korkunç rolü oynamak için özellikle yaratıldığını düşünmek pek müthiş bir şey... Fakat bu hususta aldanmamak ve hayallere asla kapılmamalıyız. Çünkü seçkin ırk dedikleri, bu mundarlar mıdır?

Artık sanat eseri olarak ortaya çıkan pis ve adi yazılan kaleme alan isimleri, büyük bir dikkatle incelemeye başladım. Bu incelemenin sonunda daha önceki düşüncelerimin hatalı olduğunu gördüm Hissiyat ne kadar insanı aldatırsa aldatsın, aklın araştırma yolu ile ortaya çıkaracağı sonuçlar daha doğru oluyordu. Gerçek şuydu! Güzel sanatlardaki adi eserler, edebi sahadaki pislikler, tiyatro ve sinemalarda oynanan budalalıkların yüzde doksanı, memleket nüfusu nün ancak yüzde biri kadar olan bir ırkın meydana getirdiği şeyler di. Bu inkar edilmez bir gerçekti. Bir vakitler benim dünyaya hakim gibi gördüğüm büyük basım da aynı dikkat ve hassasiyetle inceledim.

Çengeli ne kadar derine atar, neşteri yaraya ne kadar çok vurursam eskiden beni hayranlıklar içinde bırakan şeylerin itibarları gözümde sıfıra iniyordu. Bu basının üslubu dayanılmaz bir şeydi. Milletine yabancı olduğu kadar, basit bulduğum fikirleri de kabul etmek zorunda kaldım. Bu yalan makinelerinin yazılarındaki tarafsızlık bana doğru gibi gelmekten çok, büyük birer uydurma şeklinde görünüyordu. Bu basındaki yazarların hepsi Yahudi idiler. Eskiden hiç dikkatimi çekmeyen binlerce ayrıntı şimdi bütün dikkatimi Üzerlerine topladılar ve incelemeye layık görüldüler. Bir vakitler beni düşündüren hususları da açıkça görmeye ve etki alanlarını anlamaya başladım. Artık bu basının liberal fikir ve düşüncelerini bambaşka bir şekilde görüyor ve tartıyordum. Kendisine karşı olanların yazılarına cevap verirken takındığı kibarlığın veya düşüncesine ters düşen yayına karşı bir ölü sessizliği içinde susmasının sahtekarlığını artık iyice anlıyordum. Bu şüphesiz çok kurnazca davranıştı.

Övgü dolu tiyatro sinema eleştirileri, sadece Yahudi olan yazarlar içindi. Daima Alman olan yazarlar kötüleniyordu. ikinci Guillaume'a sinsice batırdıkları iğneler öyle güzel tekrarlanıp duruyordu ki, bu yayının bir merkezden hazırlanıp halka sunulduğunu derhal miadım. Fransız kültürü ve medeniyeti için çıkan yazılar da bu şekilde hazırlanıyordu. Müstehcen yazılar, adi tefrikalar gırla gidiyordu, Bu basının dili kulağıma yabancı geliyordu. Makalelerin hepsi Alman milletinin menfaatlerine o kadar ters düşüyordu ki, bu muhakkak kasten yapılıyordu, işte böyle hareket etmek kimin faydasına idi? Bu bir rastlantı eseri miydi?

Tekrar tereddüt içinde kaldım, incelemelerime devam ettim. Bir sürü olayları tek tek inceledikçe düşüncelerim tekrar rayına olurdu. Yahudilerin ahlak ve gelenek hakkında besledikleri düşünce çok korkunç bir şeydi. Bu hususta kaldırımlar bana hayat dersi verdi ve bu ders benim için çok acı oldu.

Yahudilerin fuhuşta ve özellikle beyaz kadın ticaretinde büyük fol oynadıklarını tespit ettim. Bu kepazelik, Fransa'nın güneyindeki liman şehirleri bir kenara bırakılırsa, Batı Avrupa şehirlerinin hepsinden çok daha kolay Viyana'da incelenebilirdi. Akşam vakitleri Leopoldstad’ın dar ve tenha sokaklarında her adım başına birtakım insanlık için yüzkarası sahnelere şahit olunuyordu. Bu durum, savaş sırasında Doğu Cephesi'nde savaşan Alman askerlerince görülene kadar Alman milletinin büyük bir çoğunluğu tarafından bilinmiyordu.

Viyana'nın bataklıklarında faziletin, büyük bir nefretle karşılayıp, isyan edeceği bu dramın başarılı bir şekilde ve tam bir tecrübe ile o terbiyesiz ve her türlü histen yoksun Yahudilerce idare edildiğini görünce vücudum bir sarsıntı geçirdi, sonra büyük bir hiddete gark oldum. Artık Yahudi meselesini aydınlığa çıkarmaktan korkmuyordum. Bunu kendime vazife edinecektim. Medeni hayatın çeşitli bölümlerinde ve güzel sanatların her türlü faaliyetlerinde Yahudi'yi teşhis edip, ortaya çıkarmayı öğrendikçe, bu adi mahlûka rastlayacağım hiç ama hiç aklımdan geçirmediğim bir yerde onunla burun buruna geldim. Yahudilerin Sosyal Demokrasi'nin idarecisi olduğunu anladığım zaman eski düşüncelerimden derhal sıyrıldım. Böylece hissiyatımla aklım arasında uzun süre devam eden mücadele sona erdi.

işçi arkadaşlarımla olan günlük görüşmelerim sırasında onların herhangi bir meselede ne kadar kolaylıkla fikir ve kanaat değiştirdiklerine dikkat etmiştim. Bu değişiklikler işçi arkadaşlarımda bir i-ki gün, hatta çoğu zaman birkaç saat içinde oluyordu. Kendileri ile karşılıklı konuşulduğunda akla uygun fikirler besleyen kimselerin, gazetelerin baskısı altına girince, bu güzel fikirleri hep birden unutuvermelerine bir türlü akıl er diremiyordum. Bu durum her zaman beni ümitsizliğe sevk ediyordu. Bu gibi kimselerle saatlerce konuşup kendilerine öğütler verdikten sonra, artık tam bir fikri anlaşmaya vardığımıza kanaat getirdiğime veya onları çürük fikirler hakkında aydınlattığıma inandığım için sevinç duyarken, aradan 24 saat geçmeden işe tekrar başlamak gerektiğini büyük bir acı ile görüyordum. Bütün çabalarım boşa gitmiş oluyordu. Bu kimselerin manasız düşünceleri, kıyamete kadar sallanacak olan bir sarkaç gibi tekrar hareket noktasına gelmiş oluyordu.

Kaderlerinden memnun değildiler. Bu işçiler, kendilerine acı darbeler indiren kaderlerine kızıyorlardı. Patronları, korkunç kaderlerinin birer zalim icracısı gibi görüyorlardı, onlardan nefret ediyorlardı. Hallerine hiç merhamet göstermeyen hükümet adamlarına küfürler savuruyorlardı. Bütün bunlar yiyecek fiyatları aleyhine gösteri yaparak, toplu halde caddelerden geçtikleri sıralarda yüzlerin den okunuyordu. Fakat bir türlü akıl erdiremediğim husus, bu işçilerin kendi milletlerine besledikleri kindi. Bunlar, milletimin büyüklüğünü meydana getiren her şeyi kötülüyorlar, tarihimizi kirletiyorlar ve ırkımızın büyük adamlarına çamur atıyorlardı. Kendi soydaşlarına, kendi yuvalarına, doğdukları vatana karşı gösterdikleri bit düşmanlık, aklın kabul edemeyeceği bir şeydi. Bu şekil hareket tabiata aykırı idi. Gerçi yollarını şaşırmış olan bu kimseleri doğru yola sevk etmek mümkündü.

Fakat bu olumlu sonuç sadece birkaç gün veya bir iki hafta devam ederdi. Doğru yola sevk edilenlerden herhangi birine bir süre sonra rastlandığında, onun tekrar eski duruma döndüğü dehşetle görülüyordu.


Not: okuyun amk, okumak güzeldir..
Resim
► Spoiler Göster
[/align]
► Spoiler Göster
[/align]
Kullanıcı avatarı
Xadexia
Mesajlar: 826
Kayıt: 04 Ara 2011 22:47
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: naruto, bleach, the breaker, the breaker NW, unbalance x unbalance Sun Ken Rock, HSD Kenichi, Fairy Tail, OP, FMA, Noblesse, Gamaran, Hellsing,, Veritas
Favori Anime: Naruto, Death Note, FMA, Elfen Lied, Bleach, Hellsing, Kenshin, Basilisk..
Konum: Ranzanın Alt Katında..

Mutasyon ve evrim..

Bir Deli Bir Kuyuya Bir Taş Atar, Kırk Akıllı Çıkaramaz. (Atasözü)

MUTASYONLAR VE EVRİM

Mutasyon son günlerde sıkça duyduğumuz fakat anlamını tam olarak bilmediğimiz bir kelimedir. Genelde anlamının tam olarak bilinmemesi, olur olmaz kullanılması bazı yanlış anlamala-ra neden olmaktadır.
Mutasyon canlıları diğer nesillere aktarılacak bir şekilde etki-leyen etkenlerin tümü demektir. Bilim dünyasına DNA molekülü-nün keşfinden sonra girmiştir.
Charles Darwin canlılığı her nasılsa ve rastlantılarla canlılık özelliklerini kazanmış bir kimyasal maddeler yığınları olarak gör-mekteydi. Canlılık özellikleri ise beslenme, üreme, dış etkenler-den korunma ve dış etkenlerin faydalı olanlarını seçip biriktire-bilme ve eyleme geçirebilme şeklindeydi. Bunun nedeni ise can-lıların dış etkenlere uyumlu olarak pozitif değişimler gösterebil-mesiydi.
Darwin’e göre bu özellikler aynı zamanda canlılara sonsuz bir değişim şansı da veriyordu. Bu gün hayranlıkla gözlemlediği-miz milyonlarca canlı türünün tek bir canlı hücresinden oluştuğu varsayımı bu mantığın ürünüdür.
Johann Gregor Mendel ise yaptığı bilimsel deneyler sonu-cunda canlılardaki değişimin belirli bir sınır içinde kaldığını, tür-lerden türlere geçişin mümkün olmadığını tespit etmişti. Daha sonra bu tespit canlılardaki değişmezlik ilkesi olarak bilim dünya-sına girecektir.
Mendel bu değişmezliği canlılarda bulunan temel kalıtım bi-rimlerinin (faktörünün) varlığıyla açıklıyordu. Nitekim uzun yıllar sonra DNA makro molekülünün keşfi Mendel’in bu konuda ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
DNA makro molekülü canlı yapılarını belirleyen bilgi paketçik-lerinin bulunduğu dev bir kütüphane gibidir.
Önce DNA sonra canlı yapıları mı yoksa önce canlı yapıları sonra DNA mı oluştu sorusu sık sık gündeme gelmektedir. Bu; tavuk mu yumurtadan, yumurtamı tavuktan çıktı sorusuna ben-zer. Tavuğun (DNA’nın) mükemmel olarak yaratıldığı daha da sonra tavuğun yumurtladığı (DNA bilgilerine uygun olarak canlı yapılarının şekillendiği) bu sorulara verilecek en mantıklı cevap olduğu açıktır.
Bilgiler şüphesiz ki düzenli sistemlerin sonucudur asla rastlan-tılarla oluşamazlar. Bunun neden ise düzenli sistemlerin bilgi, irade (amacın bilinmesi), güç (enerji), madde ve yeterli zaman bileşkesinin sonucu olmasıdır. Diğer ifade ile bunlardan birinin eksikliği, yetersizliği düzenli sistemlerin oluşmasına engeldir.
Canlı yapıları basite indirgenemez kompleks sistemlerin bü-tünsel kurgusu olduklarından dış etkenlerden güçlü bir şekilde etkilenirler.
Canlılar var edilişlerinde ihsan buyrulmuş olan savunma, ko-runma, bağışıklık sistemleriyle yapılarını korumaya çalışırlar.
Eğer dış etkenler (mutasyonlar) DNA moleküllerindeki gen bilgilerini etkileyip bozuma neden olmuş ise bu bozum diğer ne-sillere de aktarılacak demektir. Bu ise tersinimsel değişimin ana nedenidir.
Diğer ifade ile (mutasyonları DNA molekülünü etkileyen dış etkenlerin toplamı olarak tarif edersek ve canlılarda klorofil mole-külü gibi dış etkenlerden faydalanma mekanizmaları yok ise) rastlantısal mutasyonların tümü zararlıdır. Canlıların zaman için-de gelişimleri (evrimi) mümkün değildir.
Görüleceği gibi mutasyonlarla ilgili gerçekler tersinim teorisini doğrular.
Resim
► Spoiler Göster
[/align]
► Spoiler Göster
[/align]
Kullanıcı avatarı
Xadexia
Mesajlar: 826
Kayıt: 04 Ara 2011 22:47
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: naruto, bleach, the breaker, the breaker NW, unbalance x unbalance Sun Ken Rock, HSD Kenichi, Fairy Tail, OP, FMA, Noblesse, Gamaran, Hellsing,, Veritas
Favori Anime: Naruto, Death Note, FMA, Elfen Lied, Bleach, Hellsing, Kenshin, Basilisk..
Konum: Ranzanın Alt Katında..

Bari tersiniminde ne olduğunu yazayım kısaca..

Tersinim teorisi Türk düşünür ve yazarlarından Hüdai ÇAKMAK’ın ortaya attığı teoridir. Teorinin kurgulayıcısı Hüdai ÇAKMAK bu konuda şunları yazıyor.
-Varoluş insanoğlunun var edildiği ilk anlardan beri ilgisini çekmiş, konusunda pek çok teoriler üretilmiştir. Bu teoriler çok ve çeşitli olmasına rağmen varoluş bir yaratıcının eseridir ya da de-ğildir, rastlantılarla oluşmuştur cevaplarına uygun olmak üzere iki büyük grupta toplanır. Bir teori gerçek olduğu kuvvetle inanılan bir varsayım üzerine kurulur, ayrıntılanır ve kanıtlanmaya çalışı-lır. Ulaşılan bilimsel sonuçlar genelde doğru olduğu kuvvetle ina-nılan varsayıma uygun olarak yorumlanır. Temel varsayımın yan-lış olabileceği hiç bir zaman düşünülmez. Bu da bilimin olması gereken tarafsızlığına gölge düşürdüğü gibi pek çok hata ve yan-lışlara yol açar, teorileri bilim dışına iter. Örneğin evrim teorisinin doğruluğu kuvvetle inanılan varsayımı milyonlarca tür ve cinste olan tüm canlıların rastlantılarla oluşmuş bir canlı hücresinin za-manla evrimleşmesi sonucu oluştuğudur. Bir evrim teorisi tarafta-rı hiç bir zaman bu temel varsayımın yanlış olabileceğini düşün-mez. Bilimsel bulguları bu temel varsayıma uygun yorumlanma-ya çalışır. Bu yorumların temel kanun ve ilkelerle çelişip çelişme-diğine pek dikkat etmez. Kimileri görmezlikten, bilmezlikten geli-nir.
Tersinim teorisinin kurgulanma yöntemi bu uygulamanın tama-men tersidir. Önce bilimsel sonuç daha sonra ulaşılan sonuca göre varsayım ilkesine dayanır. Bu nedenle bilimin ortaya koy-duğu tüm kanun ve ilkelerle uyumludur, hiç biriyle çelişmez. Ter-sinim teorisi herhangi bir teoriye karşıt ya da destek olmak ama-cıyla ortaya konulmuş değildir. Tamamen kendine özeldir.
Tersinim teorisi maddenin sakımı, entropi, yapmanın zor bozma-nın kolay olduğu ilkesi gibi tüm doğal kanun ve ilkeleri temel alır. Karşıtı olan diğer teorilerin bilimsel yöntemlerle doğruluğu onay-lanmış esaslarını da temel almaktan çekinmez. Bu nedenle ter-sinim bilim dışına kaymadığı gibi konusundaki tüm teorilerin bi-limle doğrulanmış temellerinin birleştiği bir sentez durumundadır.
Tersinim teorisi özet olarak bilimsel araştırmaların sonuçları olan şu esasları temel alır.
1)-Enerji girişi ve zaman varoluşun herhangi bir olgusundaki düzen sahibi sistemlerde bozuma (tersinime), diğerlerinde ise değişime neden olur.
2)-Tersinim teorisine göre Varoluş, tüm evreni varsa diğerle-rini kapsayan kompleks bir bütündür. Canlılık ve cansızlık olarak ayrılmaz.
3)-Varoluşun kompleks bir bütün oluşu bir Yaratıcı iradenin eseri olduğunu gösterir.
4)-Varoluş canlılığın oluşum ve devamlılığı amaçlıdır. Her şey bu amaca uygun planlanmış ve var edilmiştir.
5)-Canlılar evrim teorisi iddiasının aksine gelişim değil, tersi-nim gösterir. Canlılardaki tersinim, kompleks sistem ve düzenle-rin zaman içinde bozuma uğraması, kimi özelliklerini zayıflatması ya da kaybetmesi demektir.
6)-Her canlı türünün mükemmel ve eksiksiz yaratılmış bir arı ırkı vardır. Diğer tür ve çeşitler arı ırkların tersinimi sonuçlarıdır. Örneğin insanlar maymunların evrimi sonucu oluşamaz. Bu entropi, kalıtım, yaşamsal uygunluklar gibi doğal kanun ve ilkele-re aykırıdır.
7)-Tersinime uğramış arı ırklardan kimi özelliklerini yitirmiş ya da zayıflatmış diğer ırklar oluşur. Canlı yaşam avantajlarını büyük ölçüde zayıflatmış yada yitmiş ise hayat sahnesinden sili-nir.
8)-Hiç bir canlı varlığını eksiksiz olarak geleceğe aktaramaz.
9)-Varoluş sorusuna verilen cevaplar insan hayatlarını yön-lendirir. Bu nedenle tersinimin çok geniş ve derin sosyal etkileri vardır.
Teori sekiz ciltle kitaplaştırılmıştır ve tamamen bilimseldir. Tek kitaplık özeti mevcuttur.
Resim
► Spoiler Göster
[/align]
► Spoiler Göster
[/align]
Kullanıcı avatarı
Xadexia
Mesajlar: 826
Kayıt: 04 Ara 2011 22:47
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: naruto, bleach, the breaker, the breaker NW, unbalance x unbalance Sun Ken Rock, HSD Kenichi, Fairy Tail, OP, FMA, Noblesse, Gamaran, Hellsing,, Veritas
Favori Anime: Naruto, Death Note, FMA, Elfen Lied, Bleach, Hellsing, Kenshin, Basilisk..
Konum: Ranzanın Alt Katında..

Konfüçyüse göre suçların en büyük beşi..

Konfiçyus, Hükümdar'ın isteği üzerine
bir süre için şehrin yönetiminde
olmayı kabul etti


Yedi gün izledi.
Yedinci gün yüksek memur
Sao-Ceng'i idam ettirdi,
cesedin üç gün açıkta
kalmasını emretti.



Öğrencileri çok şaşırdılar,
yanına gittiler ve sordular:



"Sao-Ceng bu şehirde hatırlı ve
kuvvetli bir adamdı.
Şimdi şehrin yönetimini
aldıktan sonra ilk işiniz
onu astırmak oldu.
Bu yaptığınız dogru mudur?




Bildigimiz kadarıyla
bu adam haydutluk,
hırsızlık yapmamıştı..."



Konfiçyus
"Yaptığımın nedenlerini
size aciklayayım" dedi ve
anlattı:



"Dünyada bes ağır suç vardır.
Haydutluk ve hırsızlık
Bunların arasında degildir,
daha sonra gelirler.
Bu beş suç sunlardır:



Birincisi uyumsuz ve asi
bir tabiatla birlikte gözüpeklik;




İkincisi aşağılık bir hayat
tarzıyla birlikte inatçılık;



Üçüncüsü çenesinin kuvvetli
olmasıyla birlikte yalancılık;



Dördüncüsü herkesin ayıbını,
kusurunu aklında tutmakla birlikte
herkesle dost gecinmek;


Besincisi hak ve adalet duygusu
olmamakla birlikte
yaptığı haksızlıkları
suslu ve parlak gerekçeler
arkasına gizlemek...



Sao-Ceng'de bunların beşi de vardı.
Nereye gitse taraftar topluyor,
Hizipler yaratabiliyordu;
aldatıcı fikirlerini
parlak konusmalarını
arkasına gizleyebiliyordu;
Zulmüyle adaleti tersine cevirebiliyordu.



Asağılıklar birleştiği zaman
ortaya çok güçlü bir kötülük çıkar.
Ben de şehir halkı için tasalanmak yerine
bu adamı idam ettirmeyi tercih ettim..."

Not: Şu dilinizden düşürmediğiniz "tecavüz kaçınılmazsa zevk alın." sözüde bu zatı muhtereme aittir..
Resim
► Spoiler Göster
[/align]
► Spoiler Göster
[/align]
Cevapla

“Salon” sayfasına dön