Değerli arkadaşlar sitemizi ziyaret ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Forumu güncel tutmaya ve olabildiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. Sitemize girince üye olup ilgilendiğiniz manga konularına mesaj atarsanız seviniriz.

Kısa Türkiye Siyasi Tarihi (Önemli)

Bu forum ciddi olan ve Anime/Manga haricinde her türlü tartışma konusu içindir Anime ve Mangadan uzak durun...kendinizi derin ve anlamlı sohbette bulun.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
Diabolus Ipsum Amans
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 12051
Kayıt: 18 May 2010 22:56
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas
Favori Anime: One Piece
Konum: OutLanD
İletişim:

Ekşide bir arkadaşımız, bilgi birikimi kusmuş. Geçen gün okuma fırsatım oldu, herkesin yararlanmasını istedim. :lol:
Okuyanlar okumaanlardan kültür olarak öne geçecektir, bu bir gerçek.


fon müziği olmadan gitmez diyenler için: fon müziği

1*bülent ecevit ve deniz baykal'ın rockefeller bursu ile amerika'da çalışması...

rockefeller demişken, rockefeller 1928 yılında vehbi koç'la işbirliği yaparak standart oil petrol şirketinin yerel temsilciliğine getirilmiştir. (bkz: #45831991)

2*bülent ecevit harvard üniversitesi'nde henry kissinger'ın yanında 8 ay inceleme yaptı. ilginçtir daha sonra henry kissinger abd'de dışişleri bakanlığı yaptı. o esnada ise ecevit türkiye'de başbakanlık yapıyordu. ve tarihler 1974'ü gösterdiğinde ecevit başbakan olarak kıbrıs'a müdahale planını devreye soktu. kissinger ile defalarca görüşme yaptı.

3*süleyman demirel henüz üniversite'den yeni mezun olmuşken 1950 senesinde abd'ye gidip araştırmalarda bulundu. döndü, 1953'te seyhan barajı proje müdürü oldu. bu dönemde adnan menderes'in dikkatini çekerek çok erken yaşta dsi barajlar dairesi başkanlığına getirildi. 1955'te dsi genel müdürü oldu. akabinde eisenhower bursu ile tekrar amerika'ya gitti. döndü, bir kaç sene sonra dünyaca ünlü morrison şirketinin yerel temsilcisi seçildi (bkz: morrison süleyman) ardından siyasete atıldı, 1964'te celal bayar'ın da büyük gayreti ile genel başkan seçildi. yılların süleyman demirel'i işte böyle paraşütle en tepeye iniş yaptı.

4*mehmet şimşek'in aynı zamanda ingiliz vatandaşı olması... 2007 senesinde akp'ye karşı girişilen sosyal-ekonomik-askeri baskıdan sonra yaşanan seçimleri akp %47 oy oranı ile kazandı. bu seçimlerden önce hükümet heyeti ingiltere ziyaretinde bulunmuştu. ziyaret esnasında exeter üni. mezunu mehmet şimşek her nasıl olduysa hükümetin dikkatini çekti. ardından seçimde milletvekili olarak gösterildi. milletvekili seçildi. ve hemen ekonomiden sorumlu devlet bakanı yapıldı. sanki birileri mehmet'i bakan yapın dercesine...

*exeter üniversitesi demişken, eski c.başkanı abdullah gül de o okulda okudu. ardından islam kalkınma bankasında görevlendirildi. exeter üniversitesi'nin anlam ve önemi için: buyrun

5*exeter'li diğer türkler: fehmi koru (gazeteci) durmuş yılmaz (eski merkez bankası başkanı) şükrü karatepe (refahlı belediye başkaı) ekmeleddin ihsanoğlu (çatı adayı)

6*ali babacan'ın fulbright bursu ile okumuş olması. fulbright bursunun anlam ve önemi için: buyrun

7*dipnot: amerikan burslarının anlam ve önemine binaen:

--- spoiler ---

"1975 yılı. richard podol aıd (uluslararası kalkındırma örgütü) uzmanı.. amirlerine yolladığı türkiye raporunda bakın neler diyor:

“yirmi yıldan fazla bir zamandır türkiye’de faaliyette bulunan amerikan yardım programı bir zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır. önemli mevkilerde amerikan eğitimi görmüş bir türk’ün bulunmadığı bir bakanlık ya da bir iktisadi kamu kuruluşu hemen hemen kalmamıştır. bu kimseler halen bulundukları örgütte ‘ilerici güç’ niteliğini taşımaktadır. genel müdür ve müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenir. aıd bütün gayretleri bu gruba yöneltilmelidir.

geniş ölçüde türk idarecilerini indoktrine etmek gerekir. burada özellikle orta kademe yöneticiler üzerinde durmak yerindedir. amaç, bunlara yeni davranışlar kazandırmaktır. bu grubun yakın gelecekte yüksek sorumluluklar mevkilerine geçecekleri düşünülürse, bütün gayretlerin bu kimseler üzerinde toplanması mantık açısından doğrudur."
--- spoiler ---

8*turgut özal'ın demirel tarafından bürokratlığa getirilmesi... çok ilginçtir, basit ve sade bir hayatı olan özal semra hanım'la evlenmesinin ardından amerika'ya texas tech üni'ye gidip araştırmalarda bulundu (yazar notu: abd'ye gidip araştırmalarda bulunanlar nedense ilerde hep başbakan oluyor) dönüşte birden elektrik işleri etüd idaresi müdürü olan özal ardından demirel'in danışmanlığına peşinden de dpt müsteşarı yapıldı ve akabinde dünya bankası sanayi danışmanı olması için abd'ye davet edildi. demirel'in yanı sıra erbakanla da çalışan özal milletvekili adayı gösterildi. seçilemedi. tekrar dpt müsteşar vekili yapıldı. ardından batı ülkeleri türkiye'den bazı "ekonomik hamleler yapmasını istedi" demirel önce direndi sonra kabul etti, bu hamleleri yapması için de turgut özal'ı başbakanlık müsteşarı yaptı. böylece özal çok önemli 24 ocak kararlarının mimarı oldu. ardından darbe oldu. 22 ay boyunca bülent ulusu idaresindeki darbe hükümetiyle çalıştı. sonra demokratik seçimlere giren 3 partiden biri oldu. diğeri ise mdp'nin başkanı turgut sunalp'ti.

9*turgut sunalp demişken... turgut özal 1983 seçimleri için kenan evren'in izin verdiği üç liderden biridir. diğerleri turgut sunalp ve necdet calp'tır. turgut sunalp 1948'de abd'ye gönderilen 16 subaydan biridir. bu subaylar abd'ye nato kapsamında eğitim almaları için gönderildi. her biri geri gelince çok önemli vazifeler üstlendi. örneğin 16 subaydan 14'ü 1960 darbesinde etkin rol aldı. 60 darbesinde rol almayan iki isim ise danışkarabelen ve turgut sunalp'ti.

10*danış karabelen demişken... o da 1953'te sona eren kore savaşına katılan türk komutanlar arasındaydı. nasıl olduysa danış karabelen savaştan sonra cia tarafından üstün hizmet belgesi aldı. savaşı amerikan genel kurmayı yaptı ama belgeyi ne hikmetse cia verdi. ardından türkiye nato'ya girdi, karabelen orgeneralliğe yüksedi ve daha sonra "kontrgerilla, türk gladyosu ve ergenekon" olarak bilinen "özel harp dairesi" isimli yapılanmayı bizzat kurdu.

11* 16 subaydan 2'si 1960 darbesine katılmadı demiştik, 14'ü katıldı. evet. onlardan biri de tanıdık bir sima: alparslan türkeş. türkeş darbe bildirisini 27 mayıs cuma günü sabah 5:25 sularında okuyan kişidir. cümlelerini tamamlarken "nato ve cento'ya bağlıyız" diyordu türkeş.

12* nato ve centoya bağlıyız cümlesi türkiye'de yaşanan darbelerin tümünde kullanılmış bir cümledir. 1980 darbesi'nin de sonunu süslemiştir. netekim 12 eylül'de yapılan darbeden sadece iki hafta sonra nato genelkurmay başkanı türkiye'ye geldi ve kenan evren'le görüştü, akabinde rogers planı devreye girdi. rogers nato genelkurmay başkanıydı ve kenan evren'i "yunanistan'ın nato'nun askeri kanadına geri dönmesine onay vermesi için" ikna etmişti. 1974'te yaşanan kıbrıs müdahalesi ile yunanistan natodan ayrılmış 1977 ise geri dönemk için başvurmuştu. fakat geri dönebilmesi için tüm üyelerin onayına ihtiyacı vardı. türkiye ise onay vermediği için yunanistan geri dönemiyordu. bu türkiye'nin en büyük kozlarından biriydi. fakat kenan evren darbeden sadece 1 buçuk ay sonra yunanistan'ın nato'ya dönmesinek koşulsuz izin vermiştir.

13* nato'ya geri dönmek demişken. aslında yunanistan ile nato'dan ayrılan bir ülke daha vardı. o da fransa. fransa da nato'nun akseri kanadına geri dönmek istedi. onu da akp kabul etti. halbuki fransa 2001 senesinde saddam türkiye'yi tehdit ettiğinde türkiye'nin sınırına döşenmesi gündemde olan patriot'lara müsaade etmemiştir.

14* saddam demişken, saddam'ın humeyni'yi öldürmesi için kurulan 15 kişilik amerikan özel suikast grubunun bir üyesi olduğunu biliyor muydunuz?

15* akp demişken... akp'nin 17 aralık sürecinde sıkça adını duyduğumuz değerli dostu yasin el kadı var biliyosunuz. bu kişi aslında te 2001 senesinde abd tarafından usame bin ladin'in adamı olduğu için terörist ilan edilmiştir. daha sonra tüm mal varlığı dondurulmuştur.

16* üsame bin ladin demişken... üsame bin ladin, rusların afganistan'ı işgale kalkışmasının ardından amerika'nın "rus işgalini önlemek için müslüman grupları silahlandırmak" politikası nedeniyle doğmuş bir güçtür. usame bin ladin & brzezinski

17* brzezinski eski abd başkanlarından carter'ın danışmanı. ruslara karşı müslüman grupları silahlandırma politasının mucidi ve el kaide'nin mimarı. 2007'de obama'yı destekledi. 2012 yılında ise "abd yanlış yaptı, gerekli hazırlıklar yapmadan suriye'ye saldırmak hataydı" diye beyanat verdi. dikkatinizi çekerim, yıl 2012... haber sonra dış destekli ışid kuruldu ve palazlandı. şimdi ise ışid'e müdahale için suriye'ye müdahale gündemde. mevzuyu çakozladınız dimi?

18* brzezinski ile bu düşünceyi paylaşan bir diğer çok önemli dış politika uzmanı ise morton abramovitz. kendisi daha beyoğlu ilçe başkanı iken tayyip erdoğan'la abd'de görüşmüş bir kimse. bunu bizzat çok önemli bir iş adamından dinledim. bu iş adamının ismini söylemem fakat tayyip erdoğan'la beraber top oynamış olduğunu söyleyebilirim. abramovitz o sıralar abd ankara büyükelçisiydi. görüşmeyi ruşen çakır ayarladı. bu bahsettiğim türkiye görüşmesi. az yukarıda bahsettiğim ise "abd" görüşmesi. tayyip erdoğan bu görüşmeden sonra "abd'ye giderek temaslarda" bulunmuştur.

19* morton abramowitz ve graham fuller bu tarihten sonra sürekli refah'ı incelemeye almış. analizlerde bulunmuş ve siyasal islam=türkiye'nin geleceği tesbitine varmışlar. bakın yıl 1995, o dönem siyasal islam bırakın iktidar olmayı, parti kuramıyorlar, sürekli saldırı yiyorlar, partileri kapatılıyor, belediye başkanları içeri atılıyor, 28 şubat döneminde kıyıma uğruyorlar. ama graham fuller ve morton abramovitz siyasal islam=türkiye'nin geleceği diyor. neyse. bunu ben söylemiyorum, 1996 aydınlık da söylüyor: link

20* abd'ye gidip görüşmeler yapan erdoğan, ve exeter'li abdullah gül her nedense parti içinde farklı bir konuma geliyor: buyrun konuşma içinde dikkatinizi çekti mi bilmem, bir de fehmi koru lafı geçiyor. fehmi koru'nun da exeter'li olduğunu söylememe gerek yok sanırım. aynı zamanda koru, bilderberg toplantılarının da katılımcısı. bilderberg ne mi? o da başka zamana.

***

edit: çok şaşıran, garipseyen, başka böyle var mı bildiğin? diye soran arkadaşlar oldu. var. türkiye'deki hemen hemen tüm siyasilerin böyle garip hikayeleri mevcut. aklıma geldikçe yazıcam. paylaşan olursa, onları da yazarım.

edit2: teşekkürler için asıl ben teşekkür ederim.

edit3: yazı alıntı değil, tamamen spotan şekilde aklıma gelenleri yazdım. 25 yaşındayım ve yaklaşık 8-9 senedir bu konularla ilgili kitaplar okurum. dolayısıyla yazdıklarım bu birikimin bir yansıması.

***

debe editi: açıkçası bu kadar etkileşim olacağını düşünerek yazmadım. evde kahvemi yudumlarken aklıma gelenleri yarım saatte yazdım geçtim. herkese teşekkürler. 4-5 sayfa mesaj gelmiş, onlara da teşekkürler. blog soranlar olmuş, vakti zamanında yazdığım iki blog vardı, onları dileyene yazarım. okuyabilirler. yazdıklarımla ilgili olumsuz tek bir mesaj bile olmaması şaşırtıcı. belli ki bu konuda çok geniş bir açlık vardı zihinlerde, ben de bilgi bombardımanı yapınca herkesin ufku genişledi. son olarak bazı kavramlar ve bilgilerle ilgili olarak fikir ortaya atan kişiler oldu. onlar için ve tabi konunun devamı için bu başlıktan yeni bir entry girmeyi düşünüyorum. açıklamaları ve yeni bilgileri oradan veririm.

dipnot: yazdığım hiç bir maddede şahsi görüşümü içeren bir yorum olmadı. hepsi tamamen salt bilgilerden oluşan maddeler bunlar. zaten bilgi dışında yorum girmeye kalksam sayfalarca dolusu cümle olurdu. bunun yerine size bilgileri vererek gerekli yorumu ve araştırmayı sizin yapmanızı istedim. zira tavsiyem, her insandan bilgi alın ama hiç bir insanın bu bilgiler ışığında yaptığı yoruma inanmayın, bağlanmayın, benimsemeyin. işte o zaman ideolojik olarak yönlendirmeye maruz kalmış olursunuz.

21* en son bilderberg deyip bırakmıştım. fakat bilderberg konusunu bir süre daha askıya alıp "siyasal islam" konusunu açıcam. zira onunla ilgili çok mesaj gelmiş, konuyu zihninde oturtamayanlar olmuş. en baştan kısaca alıcam.
iran'daki en sık kullanılan isimlerden biri hatta birincisi reza yani rızadır. dünya kupasında iran milli takımının maçını izleyenler görmüştür zaten, sahada 5 tane rıza vardı. bu rıza isminin fazla olmasının nedeni rıza pehlevidir. rıza pehlevi 1925'te iran'ın başına geçen kişidir. o dönemde ruslar'ın iran üzerinde kapitalist faaliyetleri bulunuyordu. bu nedenle rıza pehlevi rus baskısını azaltmak ve iktidarını sağlamlaştırmak, hakimiyetini sağlamak yani koltuğunu korumak için ingilizlerin kucağına düşmek zorunda kaldı (1). iran bu nedenle ingilizlerle çok içli dışlı bir ülke oldu. ardından rıza han 1925'te kendisini şah ilan edip krallığa geçince otoriterleşti. zamanla kendisine muhalif olanlar arttı. ve sonunda musaddık isimli bir devlet görevlisi kendisine isyan bayrağı çekti. neticesinde başbankalığa kadar geldi. gelir gelmez de "iran petrollerini millileştirdi." ve böylece ingilizler artık iran petrolünden para kazanamamaya başladı. şimdi bir parantez açıyorum. "petrolü millileştirmek" bir liderin işleyebileceği en büyük suçtur. ve siz petrolü millileştirirseniz işte o zaman kapitalist düzen sizi baş düşman ilan eder. ve öyle de oldu, musaddık devrildi. roseevelt'in yeğeni, cia görevlisi kermit rosevelt birkaç milyon dolarlık bütçeyle iran'a giderek musaddık karşıtı örgütleme yaptı, ve musaddık kısa sürede devrildi. daha sonra abd "cia görevlisini gönderirsek ve yakalanırsa o zaman devlet suçlanır bu yüzden artık cia görevlisi göndermek yerine sivil toplum kuruluşları kuralım ve onların görevlileri gönderilsin, yarın bigün yakalanırlarsa da bizim başımız yanmaz" diyerek ondan sonra main gibi, imf gibi, otpor gibi kuruluşları ülke içinde finanse ederek hükümetleri düşürmeye başladı(2) neyse. musaddık gidince petrol yeniden ingilizleştirildi. rıza'nın oğlu rıza pehlevi ülkeyi 79'a kadar idare etti. işte tam da o sırada iran'da bir islam devrimi gerçekleşti. bursa'da sürgünde olan humeyni ırak'a oradan da fransa'ya sürgün edildi. ve arkasında büyük bir halk desteği olan humeyni geri döndü. rıza pehlevi ülkeyi terk etti. bikaç gün sonra ise iran'da batının kontrol edemediği bir devlet kuruldu: iran islam devleti.
batılı ülkeler iran tarzı şeriat düzeniyle yönetilen ülkelerin petrolüne kaynaklarına öyle kolay el atamıyordu. bu durumun diğer ülkelerde de yaşanmaması için önce ırak'ı yani saddam'ı iranla savaştırdılar. ama daha sonra saddam iranla savaşı sonlandırıp, ülkesinde güçlenince abd'nin himayesindeki kuveyt'e saldırdı. saddam kontrol edilemez hale geldi. mısırda da geçmişte nasır isimli lider batıya baş kaldırmıştı.

özetle batı islam ülkelerinde kukla hükümetler tesis ediyor, ülkenin kaynaklarını sömürüyordu. fakat sonra kukla, pinokyo misali kendisini "gerçek biri" sanmaya başlayınca kontrolden çıkıyor ve batının sömürüsü baltalanıyordu. bazen de ülkenin dinamikleri bu kukla yönetimlerden şikayet ederek musaddık gibi liderleri başa getiriyordu. işte batı "kukla liderler" tesis etmek yerine, bu ülkeler için bir model oluşturma ve diktatörleri değil sistemi kendisine bağlamanın daha iyi olacağını düşündü.

bu düşünceler, 1980'lerde rand corporation isimli kuruluşlar aracılığıyla raporlandı, bir çok cia görevlisi bu konularla alakalı olarak makaleler yazdı. ve nihayetinde siyasal islam denilen kavramla birlikte batı yanlısı, sömürge islam devleti oluşturabilmek için ortaya bir proje atıldı. bu projeyi aslında siz çok iyi biliyorsunuz, adı (bkz: büyük ortadoğu projesi).

***

devamı gelecek.

***

devam...
öncelikle bu sabah yazdığım yazının içeriğine ilişkin bazı kısımlara yeni maddelerle açıklama getiricem.

22* rıza pehlevi'nin ingiltere'nin kucağına düştüğünü söyledim. bu söylediğim olayın bir benzerini de türkiye yaşadı. 1950 seçimlerinde dp %52 oyla meclisin nerdeyse %80'ini eline geçirdi. akabinde türkiye'de bir bolluk yaşandı. fakat bu bolluğun nedeni yapılan marshall yardımlarıydı. dış politikada ise önemli şeyler oluyordu. beş sene önce 1945'te yalta'da dünyanın üç büyük lideri bir araya geldi. . ve yalta konferansı gerçekleşti. konferans bitince garip birşey oldu. stalin durup dururken ağrı kars ve artvin bölgesinde hak iddaa etmeye başladı. türkiye'de bir tür "komünist tehlikesi" yaşanmaya başlandı. menderes döneminde bu algı arttı. "bacımızı kamusallaştıracaklar" türünden laflar çıktı. ülkede "komünizm'den kurtulmak için" abd ile ittifak yapmalıyız türünden fikirler ortaya atıldı. bazılarının çok sevdiği said nursi bile "islam'ın düşmanı komünizmdir, abd de onlarla savaştığı için islamı koruyor, türkiye abd ile birlikte olmalı" türünden laflar etmeye başladı. dp mitinglerine katıldı. neticede türkiye 1952'de natoya girdi. bunun bedeli kore'de savaşan ve ölen türk askerinin kanıydı. türkiye menderes dönemi ile amerikadan ithal traktörlerle tarım cennetine döndü, bu üretim malları kore'de savaşan ülkelere satıldı. türkiye deyim yerindeyse tahıl ambarıydı. ve ekonomi iyiydi. fakat savaş bitince, enflasyon arttı. dış borç bulmak için menderes ülke ülke dolaştı. 1952'de özel harp dairesi kuruldu. önceki yazıda bahsetmiştim, daniş karabelen önderliğinde kurulan bu teşkilat sayısız problem ve olaya neden oldu. türkiye'de yollar ve binalar yaptı. "nato yolu" denilen yollar bu dönem yapıldı. nedeni ise basitti. sovyet saldırısına karşı teçhizatların taşınabilmesi için geniş ve sağlam yollar gerekiyordu. türkiye taviz verecek ve karşılığında yarımla, sovyet tehlikesinden korunacaktı. çok ilginçtir nato belgeleri yıllar sonra ortalara saçıldığında bir belgede olası komünist savaşında natonun planlarının neler olacağı yer alıyordu. bu plana göre nato savunma hattını sofya-belgrad arasına kuracaktı. bu şu demekti, olası bir işgalde nato orduları ne karsı, ağrıyı ne de anadoluyu, istanbulu koruyacaktı. bırakın türkiye, yunanistan bile terk edilerek savunma hattı sofya-belgrad'a çekilecekti. natonun korunacak bölgeler listesinde türkiye yer almıyordu. aptal yerine konuştuk. geçelim. 1950-55 yılları arasında abd'nin de yardımlarıyla türkiye bahar havasında yaşandı. fakat sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle her geçen gün daha da batağa saplantı. ve amerikan yardımları alabilmek için abd ile bir takım gizli ikili anlaşmalar imzalandı. her anlaşma ile biz de iran gibi kucağa düştük. ve en sonunda menderes abd'den beklentilerini karşılayamayınca sovyetler birliği ile iş birliği için görüşmeye başladı. ve haziranda yapılması kararlaştırılan görüşmelerden bir ay önce, mayısta darbe gerçekleşti. menderes'in amerika, eski müttefiki için kılını kıpırdatmadı.

23* kermit rosevelt'in darbesi bir abd planıydı ve musaddık'ın ingilizlere koklatmadığı petrolun intikamını cia almıştı. ama bu operasyon sonrasında abd bir ders çıkardı. dış operasyonlar kesinlikle devlet tarafından yapılmamalıydı. riskliydi. bu yüzden bir takım ngo'lar. yani hükümet dışı örgütler kuruldu. bunların en başında imf gelir. sonra main, otpor ve george soros gibi yatırımcıların kurduğu vakıflar kuruldu. bu vakıfların çalışma prensibi basitti, önce ülkelerle iyi ilişkiler ve iş adamları ile başarılı ticaret anlaşmaları kurulur ardından ülke içinde vakıflar açılır. bu kurumlara sağlam paralar finanse edilir ve bu paralarla medya, devlet kurumları, istihbarat şubelerinde adamlar satın alınır. ardından bazı sosyal olaylar hedef alınarak çeşitli prostestolar başlatılır. bu protestolarda görevlendirilen provokatörler olayların büyümesini sağlar, basın devreye girerek hükümet yıpratılır, önemli yazarlar ve iş adamları baskıyı artırır ve devlet kademelerindeki muhbirler bir takım belgeler yayınlayarak hükümeti iş yapamaz hale sokar. sonucunda hükümet kanlı olaylar ve medya baskısı ile düşmek zorunda bırakılırdı. kermit 1953'te iranda, otpor yugoslavyada, açık toplum vakfı ise çekoslovakyada bunu güzelce başardı. bu tip kurumlar kendi internet sitelerinde ülkede harcanan parayı bir gurur abidesi gibi yazarlar ve biz insalığa bu yıl şukadar para harcadık diye övünürlerdi. 2011 senesine kadar finanse edilen paralar her yıl yayınlanırdı. daha sonra arap baharı ile bu uygulamayı bir çok vakıf kaldırdı. hiç unutmuyorum, 2000 yıllarında tunus'a yıllık 10,000 $ yardım yapan bir sivil toplum örgütü, 2005'ten itibaren miktarı 400,000 dolara kadar çıkarmıştı. sadece tunus değil, birçok ülkede olayların çıkması için binlerce dolar o ülkelere akıtılmıştı. türkiye'de 2011 yılında bir sivil toplum örgütü tam 2milyon dolara yakın para akışı sağladı. basında soros ile ciddi şekilde ilişkisi olduğu iddia edilen bir sivil toplum örgütünün ise mütevelli heyetinde bir partinin genel başkanı bulunur. ilginçtir, bu kişinin adını iyi tanıyoruz: kemal kılıçdaroğlu. şaşırmayın.

24* az önceki maddede, danış karabelen önderliğinde kurulan özel harp dairesi'nden bahsettim. 1974'te ecevit ve erbakan hükümeti (chp ve mhp'nin ittifakına şaşıranlar yeniden okusun, tee 74'te erbakan chp ile ittifak yaptı. erbakan kimin hocası, biliyoruz dimi?) kıbrıs'a çıkarma yaptı. türkiye ve abd'nin arası açıldı. türkiye adanın tamamı için yola çıksa da yarıda bıraktı ve çekildi. fakat abd kızmıştı. ülkede bir takım krizler yaşanmaya başladı. çok açık bir şekilde demirel'in adalet partisi'nin mensupları ve bağlı bulundukları esnaf, tüccar, bakkal, perakendeci depoda malları bulunmasına rağmen "mal yok" diyerek stokçulğa başladı. bu şekilde hem daha çok kazandılar, hem de siyasi olarak chp'yi güzelce yıprattılar. fakat chp amerika'ya dik gitmeye devam etti. dünya haşhaş üretiminde söz sahibi olan abd türkiye'de haşhaş üretilmesini istemiyordu. türkiye'de haşhaş ekimi yasaktı. ama ecevit 1974'te haşhaş ekimini serbest bıraktı. edirnede bulunan ve sovyet topraklarını gözetleyen amerikan üstlerini kapattı. imf ile ilişkileri kesti. bir suikast yaşadı ve kurtuldu. 1 mayıs 1977'de yaşanan olaylardan sonra özel harp dairesi'nin varlığından haberdar oldu. o sıralar başbakan değildi ve bunu cumhurbaşkanı korutürk ve demirel'e anlattı. daha sonra bu bilgiyi açıkça meydanlarda dile getirdi. "devlet içinde, fakat devletin bilgisi ve denetimi dışındaki bir örgüt var" dedi. bunun üzerine 1977 seçimlerinden önce izmir'de kurşunlandı. suikastçi çok yakından vurdu. ama sadece yaraladı. amacı öldürmemekti. bu bir uyarıydı. ecevit seçimlerde %42 oy aldı. başbakan oldu. konuyu bu kez genelkurmay başkanına açtı. o kişi kenan evren'di. sonuç alamadı. olayı yargıya intikal ettirdi. savcı doğan öz olayı araştırmaya başlamıştı. önce bir rapor hazırladı.

--- spoiler ---

şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir. amaç, demokrasi umudunu yok etmek; onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır. böylece abd ve çokuluslu ortaklıklar, ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler. bize göre bu sonuca ulaşmada cıa, kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. bu örgütler, devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir.
--- spoiler ---

dedi. sonra, ne acıdır, 1978'de kurşunlanarak öldürüldü. katili ülkücüydü. millete zarar veren örgüt milleti seven savcıyı milliyetçiye vurdurmuştu. tirajikti. oyun büyüktü. önce ecevit, ardından savcı öz... ecevit kontrgerilla meselesini kazıdıkça olaylar arttı. maraş katliamı patlak verdi. hergün yüzlerce genç olaylara karıştı, yaralandı, öldü. peşinden yeniden stokçuluk baş gösterdi. türkiye'nin arası abd ile kötüydü, imf ile anlaşma yapılmıyordu, ecevit bunun üzerine 1975'te bilderberg toplantısına katılmış fakat borç verecek banka bulamamıştı. daha sonra ecevit'e toplantı çıkışında "ne konuşulduğu" sorulmuştu ve ecevit "bu toplantılarda neler konuşulduğunu anlatmam demek başbakanlıktan istifa etmek" diye cevaplamıştı. neticede enflasyon %100'ü aştı. kredi yoktu, abd ambargo uyguluyordu. acıdır, o günlerde abd'nin ambargosunu delerek türkiye'ye sadece bir tek lider yardımda bulundu. o kişi kaddafiydi ve türkiye bu iyiliğin karşılığını 2011'de nato ile kaddafiyi tahtından indirererek ödemişti.
ecevit abd'ye kafa tutmanın, imf ile ilişkileri kesmenin, kıbrıstaki vatandaşları korumanın, kontrgerilla'nın üzerine gitmenin cezasını böyle ödüyordu. tüsiad o dönem her gün tam sayfa ilanlar vererek ecevit'i eleştiriyordu. iş adamları kontrgerilla'ya ve amerika'ya kafa tutan adamdan değil, onun düşmanlarından yanaydı. ecevit abd'ye gitti. temaslarda bulunmak istedi. ülkeye döndü ve en sonunda bitirici vuruşu dünya bankası yaptı. dünya bankası tarafından hazırlanan raporda türkiye'nin ekonomisinin bitik halde olduğu, ağır sanayi hamlesini erteleyip tarımla ilgilenmesi gerektiğini, bu hayallerden vazgeçmesini ve sürekli develüasyon yaparak kendi parasının değerini sıfıra indirmesini söylüyordu. dünya bankası raporu adeta türkiyeye "siz büyük ülke olma sevdasını bırakın, buğday yetiştirin" diyordu. dünya bankasının bu raporunu yazan isimse kimdi biliyor musunuz? biliyorsunuz. bu isim kemal dervişti! ve ecevit hükümeti düştü. başbakan demirel oldu. demirel 24 ocak 1980 tarihinde dünya bankasının istediği tüm kararları aldı. kararları hazırlayan yani dünya bankasının dediğini harfiyen yapan kişiyi de tanıyorsunuz aslında, o isim de 1971-73 yılları arasında dünya bankasında danışmanlık yapan turgut özal'dı.

25* haşhaş demişken, türkiye'de haşhaş ekimini yasaklatan kişi nihat erim'dir. nihat erim, 1970'te yaşan muhtıra üzerine demirel'in başbakanlıktan istifa etmesinin ardından askerin başbakan olarak atadığı kişidir. eski chp'lidir. hatıratında bu olaylar yaşanmadan önce amerikan diplomatlarla gittiği bir yemekte içkiyi fazla kaçıran bir amerikan diplomatın şakayla karışık "ilerde başbakan olacaksın" dediğini yazmıştır. nihat erim daha sonra temmuz 1980'de darbeden birkaç ay önce suikast sonucu öldürüldü.

26* belki dikkatinizi çekmiştir, yazının başında dp %52 oyla meclisin %80'ini aldı dedim. bu doğru bir bilgi. çünkü o zamanki seçim sistemine göre bir ilde yüksek oy alan parti vekillerin tamamını alıyordu. kırşehir hariç. menderes kırşehiri bir türlü alamıyordu. en sonunda pes etti ve kırşehirin il statüsünü kal.dırdı. kırşehir menderese oy vermediği için ilçe olmuştu söz gelimi istanbuldaki seçimlerde demokrat parti 1 oy fazla aldıysa vekillerin tamamı demokrat partiden çıkıyordu. bu sistemi getiren kişi ismet inönüdür. ismet inönü ülkede demokratik seçimlerin yapılmasını ve çok partili hayatın tesis edilmesini istiyordu. çünkü bunu yapmazsa marshall yardımlarından faydalanamayacağı, yardımların sadece demokratik ülkelere yapılacağı söylenmişti. ismet paşa bu ülkenin kurucularından, totaliter ve eski bir devlet adamıydı. batı, yani sistem onu kolayca makasa alamazdı. bu yüzden batı inönü yerine daha yeni ve tavizkar bir kişi istiyordu. bu yüzden ülkede seçimlerin yapılması ve çok partili hayatın gelmesi gerekiyordu. 1946 seçimlerinde chp yüksek oranda oy almasına rağmen seçim sistemi çok adaletsizdir. bu nedenle batı bu sistemi kabul etmedi. marshal yardımı küçük çapta yaşandı. inönü seçimlerin ardından sistemi biraz daha gevşetti ve yukarıda bahsettiğim hale getirdi. nasılsa ben kazanırım diye düşündüğü için bu adaletsiz sisteme güveniyordu. beklediği gibi olmadı. seçimi demokrat parti kazandı. ve chp %47 oy almasına ufak bir milletvekili grubu ile kaldı.

27* demokrat parti'nin kurucuları celal bayar ve menderes eski bir chp'lidir. yıllarca chp'de çalıştılar ve inönü'nün "toprak reformu" fikrinin ardından parti içi muhalefete başladılar. inönü büyük toprak ağalarından toprakların alınmasını ve köylülere verilmesini, köylülerin bu toprağı işleyerek hem tarım alanında gelişme sağlanmasını hem de feodal ağalık düzeninin son bulmasını hedefliyordu. bu yüzden toprağı alan köylüler toprağın sahibi olacak fakat toprağını 15-20 yıl gibi bir süre satamayacaktı. böylece köylüler ağaların marabaları olmaktan kurtulacak, feodal düzen sona erecekti. ama büyük toprak ağalarından olan menderes ve celal bayar bu reformu pek sevmemişti. ayrıca bu kişilerin yanında bulunan büyük toprak ağaları bulunuyordu. bu reform girişimi yüzünden menderes ve arkadaşları parti içi muhalefete başladılar. inönü ise çok partili hayata geçerek yardım almayı düşündüğünden menderes ve arkadaşlarına parti kurmalarını önerdi. böylece demokrat parti kuruldu. toprak reformu ise unutuldu gitti. türkiye'de 1980'lere dek ağalık sistemi sürdü. güneydoğuda ise hala sürmekte. ağalık sisteminden kaçan köylü sınıfı büyük şehirlere gelerek gecekondu bölgelerini oluşturdu. günahı menderes ve arkadaşlarının boynunadır.

bugünlük de bu kadar... aslında siyasal islamdan bahsedecektik ama konu nerelere geldi. dallanıp budaklandı. neyse, o da bir dahaki sefere artık.

***

edit: bi takım eleştirel cümleler geldi mesajla. öncelikle "sikkofield olmaya mı çalışıyosun" tepkisine cevap vereyim. hayır. sikkofield'i okurum. hatta geçen sefer yazdığım entry'i retweetlemiş sağolsun, bunu okuyorsa, teşekkürler sikko. fakat sikkofield olmaya çalışmıyorum, çünkü sikkofield'in metodunu doğru bulmuyorum. sikko, en son söylemesi gerektiği mevzuları en başta söylüyor. dış politik tarihi bilmeyen, aktörleri ve metodları duymamış insanlara hoppadanak "bakın bu rockefeller ve bu adam dünyayı yönetiyor" diyor. oysaki onu, beslendiği gücü, neden zengin olduğunu, neler yaptığını bilmeden, tarihi süreci incelemeden insanlara "rockefeller var, dünyayı yönetiyor" demek, abdesti bilmeyen namaz kıldırmak gibi birşey. bu düzlemde ben önce tarihi gelişimi, rolleri, metodları, nedenleri anlatmayı, sonucunda tüm bu keşmekeşin baş aktörlerini tanıtmayı tercih edelim. ünite 1: rockefeller dünyayı yöneten adamdır metodunu yanlış buluyorum. ayrıca 11 eylül olayına saplanıp kalması bana manasız geliyor. mühim olan 11 eylül'ü abd'nin nasıl kullandığıdır. nasıl yaptığı değil. yapmış da olabilir. yapmamış da olabilir. bu önemsiz. hele hele kuleye çarpan uçak mı, değil mi, bunlar çok teferruat. september clues olayına bu kadar vakit ayırması bana gereksiz geldi. çünkü masonların da tarihe geçmiş "karanlıkta kalan göze ışık tutulmaz" sözü gereği, aydınlanma kademe kademe, eskilerin deyimiyle tedricen olmalıdır. siz bir bilgisi olmayan insana olayın en derin noktasından anlatmaya başlarsanız, yani karanlıkta kalmış göze fener tutarsanız, işte o zaman o göz geçici körlük yaşar. göremez. aydınlık bir tür silaha dönüşür. ama sonuç olarak,kendisini beğenir ve okurum. orası ayrı.

edit 2: itinayla salt bilgi verip yorum yapmaktan kaçınıyorum. bunun iki sebebi var. birincisi yorumu sizlere bırakıyorum. böylesi daha doğru. ikincisi, bu tip bilişsel ortamlarda siyasilerle ilgili yorumlar yapılmasını mantıklı bulmuyorum. hem hukuki hem de fişleme muhabbetlerini biliyorsunuz. size tavsiyem "büyük bir getirisi olmadığı sürece" boş yere kendinizi fişletmeyin. bu sizi korkak yapmaz, akıllı yapar.

edit 3: bunu da çok soran oldu, tapınak şovalyeleri ile ilgili ne düşünüyorsun diye, küçük bir yazı yazmıştım. buyrun (bkz: #45673583)

edit 4: son olarak, ben bu yazılara başlarken sadece bir iki maddelik cümle yazdım. tepki ve etkileşim olumlu yönde olunca devam ettim. yoksa, bir şeyin amacında değilim. maksadım bilgilerimi sizinle paylaşmak. yararlandığım kitaplar çok geniş ve sayıca az değil. aklıma gelenleri yazıyorum. ama bu gidişle kitapları tozlu raflardan almak zorunda kalıcam :)) bu kez açıklamaları uzun tuttum, özür dilerim. tekrar iyi okumalar. etkileşim ve tepkiler olumlu olduğu sürece ben yazarım.

28* menderes döneminde türkiye'nin kucağa düştüğünü söyleyince itiraz edenler olmuş. dedesi ninesi olanlar gidip sorabilir: eskiden okullarda süt tozu verilir, çocuklar süt tozundan yapılan sütleri içerdi. devlet bunları bedava verirdi. çünkü türkiye'de muazzam bir süt tozu bolluğu vardı. süt tozunu amerika üretir, türkiye'ye satardı. türkiye tarım ve hayvancılık ülkesi olmasına ve süt bolluğu bulunmasına rağmen abd'den süt tozu ithal eder ve türkiye'de yerli süt yerine amerikan süt tozunu yaygınlaştırmak için okullarda bedava içirirdi. menderes yerli süt üreticisini değil, ithal amerikan süt tozunu desteklemiştir.

29* bugün 17 aralık fezlekesinde yurt dışından gelen misafirler için ayarlanan kadın haberini duyunca anımsadım. 1959'da endonezya başkanı sukarno türkiye'ye geldi. uçkuruna düşkündü. bizimkiler de misafirperverlik namına kendisine lüks nermin'in kızlarından birini gönderdi. sukarno ülkesine döndükten iki hafta sonra belsoğukluğu kaptığını öğrendi.

30* menderes ekonomi bozuldukça sinirleniyor, gürlüyor ve otoriterleşiyordu. eleştiriler ve muhalefet artınca tahkikat komisyonunu kurdu. birkaç milletvekilinin oluşturduğu bu komisyon dönemin istiklal mahkemesi gibi çalıştı. komisyon savcı ve hakim yetkilerine sahipti. dilediği basın kurumunu kapatıyor, her türlü evrak ve eşyaya el koyabiliyordu.

31* darbenin olduğu 1960'ın kasım ayında oecd isimli ekonomik topluluk kuruldu. israil senelece bu kurula katılmak için canla başla çabaladı. fakat yeni üye alımı için tüm üyelerin onay vermesi gerekiyordu. türkiye ise onay vermiyordu. daha sonra israil oecd'ye girdi. onay veren başbakan recep tayyip erdoğan'dı. 2010 yılında, 2009'daki one minute olayından sadece 1 sene sonra tayyip erdoğan kavgalı olduğu israil'i oecd'ye memnuniyetle kabul etti.

32* 1935'te rahip roncalli vatikan tarafından istanbul'a gönderildi. istanbulda yerel katolik liderlik görevini üstlenen roncalli türkçe öğrendi. halkla yakın ilişkiler kurdu. atatürk'ün sevdiği mahmut'la yakın dost oldu. aradan yıllar geçti. 1961'de menderes ve arkadaşları idam edildi. celal bayar'ın idam cezası birden iptal edildi ve müebbete çevrildi. 63'te serbest kaldı. bir güç celal bayar'ı içerden çıkarıyordu. dönemin papası 23. jonh bu habere çok seviniyordu.. çünkü ikisi yakın dosttu. evet, roncalli 23. jonh ismiyle papa olmuştu. mahmut ise, mahmud celaleddin bayar'dan başkası değildi.

33* rumlar kıbrısta türkleri katletmeye başlayınca 1964 yılında başbakan inönü müdahale için harekete geçti. fakat türkiye'nin sadık müttefiki(!) amerikanın başkanı johnson inönü'ye zehir zemberek bir mektup yolladı. "müdahale olursa ittifakımız bozulur, natodan atılırsınız" dedi. ve "müdahale sırasında amerikan yardımı silah ve donanımları geri alırız" diye ekledi. türk ordusundaki silahların çoğu amerikan yardımıydı. üstelik bu yardımlar inönü'nün 1945 senesinde imzaladığı gizli anlaşma ile alınmıştı. o anlaşmanın ilk maddesinde "başkan gerekli gördüğü hallerde yardım olarak verilen şeylerin tümünü geri isteme hakkına sahiptir" yazıyordu. inönü seneler önce imzaladığı anlaşma nedeniyle kıbrıs türklerine yardım yapamayacak hale düşmüştü. inönü amerika'ya gitti. "yeni bir dünya kurulur ve türkiye de yerini alır" diye karşılık verdi. ama cezası kesilmişti. bu sözler onun sonu oldu. döndüğünde artık başbakan değildi. hükümet düşmüştü.

34* nasıl mı? o dönemlerde demokrat partinin devamı olarak kurulan adalet partisinin genel başkanı ragıp gümüşpala ölmüş ve kimsenin tanımadığı bilmediği genç biri başa geçmişti. herkes şaşkındı. bu isim demireldi.

35* bu sırada dünyada değişik hadiseler cereyan ediyordu. amerikan başkanı kennedy ve sovyet lideri kruşçev soğuk savaş bitirecek adımlar atmaya başlamıştı. ayrıca kennedy israil'in nükleer programında destek vermiyordu. sonra kennedy 1963'te gündüz vakti suikaste uğradı ve öldürüldü. ardından 1964'te kruşçev bir kremlin darbesi ile liderlikten düşürüldü. peşinden 1965'te vietnam savaşı yeniden patlak verdi. soğuk savaş en az 20 yıl daha uzayacaktı. birileri soğuk savaş için can alıyor, savaş başlatıyordu.

36* adalet partisi'nin genel başkan seçimine celal bayarın desteklediği tanınmayan demirel ve saadettin bilgiç giriyordu. bilgiç bir arkadaşından aldığı belgeyle demirel'in mason olduğunu kanıtlıyor, bu durum demirel'in oylarını dibe çekiyordu. ardından demirel mason olmadığına dair belge alarak iddiayı çürütmeye çalıştı. demirel mason olmadığına dair belgeyi mason locası başkanı necdet egeran'dan almıştı fakat bu durum locayı ikiye bölmüştü. locada bulunan bir çok üye sahte belge verildiğini ve demirel'in mason olduğunu, sahte belge verilmesinin yanlış olduğunu söyledi. tartışmalar büyüdü. sonucunda demirel'e mason olmasına rağmen siyasi nedenlerden ötürü mason değildir belgesi verildiği için bu duruma tepki gösterenler locayı bölerek türkiye büyük mason mahfili'ni kurdu. demirel'in siyasi kariyeri için mason locası ikiye bölünmüştü.

37* demirel'e mason değildir belgesi veren üstat necdet egeran ne hikmetse(!) masonluktan ömür boyu ihraç edilmişti. tartışmalar esnasında ileri gelen masonlardan hazım kuyucak olayları engellemeye çalışınca kuzey amerika masonları büyük üstatları tarafından uyarıldı. uyaran rahip thomas s roydu. ayrıca bir çok ilerigelen mason sorunu çözmek için olaya müdahil olmuştu. demirel her ne hikmetse masonlar için çok önemliydi. birileri onun sicilini temiz tutmaz için var gücüyle çalışıyordu.

38* mason locası demişken, atatürk mason localarını 1935'te kökü dışarıda olan zararlı kuruluş olması nedeniyle kapatmıştı. fakat localar 1948'de yeniden açılmıştır. atatürk'ün kapattığı mason localarını yeniden açan isim ise ismet inönüdür. bu tarihler ismet inönü'nün batı yardımlarını alabilmek için ülkeyi çok partili hayata sokmaya çalıştığı yıllara denk gelir.

39* daha sonra celal bayar 1969 yılında siyasi yasağının kalkması için girişimde bulununca demokrat partinin devamı olan adalet partisinin genel başkanı süleyman demirel koltuğu celal bayar'a kaptırırım korkusu ile bu girişimi önlemeye çalıştı. demirel kendisini bugünlere getiren bayar'ın siyasi yasaklarının devam etmesi için elinden geleni yaptı. ama başaramadı.

40* bu durumun aynısını turgut özal yaşadı. kendisi önce siyasi yasaklı olan ecevit, erbakan ve demirel'in siyasi yasaklarının kalkması için referandum kararı aldı. ardından referandumda "hayır" oyu kullanılması için propoganda yürüttü. özal için demokrasi şehidi derler, fakat kendisi demokrat falan değildi. 2 yıl darbe hükümetiyle çalıştı. ardından 1987 referandumunda siyasilerin yasaklı olmasını isteyecek kadar anti-demokratik bir tutum takındı. en son 1989 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde askerin de desteğini alabilmek için "kenan evren'i tanırım, milliyetçi biridir. yaptığı müdaheleyi de memleketi için yapmıştır. kötü niyet taşıdığını düşünmüyorum" diyebilecek kadar küçülmüştür.

41* türkiye'de şiddet olayları tırmanıyordu. 1972 yılında mahir çayan ve arkadaşları kızıldere baskınında öldürüldü. çayan'ın ekibinden biri samanlığa saklanıp yaşamını kurtardı. bu isim daha sonra siyasi kariyer yapacak ve 2011 yılında milletvekili seçilecekti. bu isim ertuğrul kürkçü'ydü.

42* 1973 yılında mısır israil'e saldırınca amerika israil tarafına geçerek mısır ordusunu dağıttı. amerika'nın bu tutumu nedeniye petrol ihraç eden ülkeler (opec) ani bir kararla emperyalistlere petrol ambargosu koydu. petrol üretimi indirildi ve fiyatı artırıldı. opec'in büyük bölümü araptı. araplar öylesine büyük bir dayanışma göstermişti ki, o dönem amerika'nın en has müttefiki iran lideri rıza pehlevi bile petrol ambargosuna destek vermişti. bu olay batı'yı petrol zengini arap ülkelerini "kontrol altında" tutabilmek için çözüm arayışlarına sürükledi. siyasal islam fikrinin doğumu gerçekleşiyordu. petrol sıkıntısı baş gösterince tüm dünya krize sürüklendi. dışa bağımlı türk ekonomisi zarar gördü. abd ile papaz olan ecevit kredi bulabilmek için 1975'te bilderberg toplantısını izmir'e davet etti. bilderberg hollanda'da bir otelin adıdır. ilk toplantı 1954 yılında 33. dereceden mason olan retinger isimli politika uzmanı tarafından bilderberg otelinde yapıldığı için adı böyle kalmıştı. retinger'in düzenlediği bu toplantıya avrupadan devlet adamları, dev şirket sahiplerini ve medyanın önemli isimlerini davet etmişti. ve kural gereği konuşulanlar asla dışarıya aktarılmıyordu. kuralı kimse bozmuyordu.

43* 1975 yılında ecevit başbakan olarak toplantıya katılmış fakat aradığı kredileri bulamamıştır. o dönem bu toplantıya adı duyulmamış ingiliz bir kadın daha katılmıştır. bu kadın daha sonra ingiltere başbakanı olacak ve üç kez üst üste seçilecek margareth thatcher'dan başkası değildir. adı sanı duyulmamış thatcher ingiltere'de başbakan olurken abd'de ise bir holywood oyuncusu olan ronald reagan başkan olmuş ve bu iki garip başkan göreve gelir gelmez "globalleşmeden" "küreselleşmeden" ve "devleti küçültmeden" bahsetmeye başladı. dünya bu yeni "globalleşme, küreselleşme ve devleti küçültme" kavramlarının anlamını çözmeye çabalarken bir başka ülkenin başbakanı da bu kelimeleri ısrarla tekrarlamaya başlamıştı. o kişi turgut özal'dan başkası değildi.

44* bilderberg toplantıları her sene yapılmaya devam ediyor ve konuşulanlar sır gibi saklanıyordu. toplantılara bazı her yıl bazı türkler de katılıyordu. 1957 yılında menderes (davet aldı ama katılamadı) 1975'te şimdiki barolar birliği başkanı metin feyzioğlu'nun dedesi turan feyzioğlu katılırken 1982'de inönü'nün damadı metin toker 1990'da mesut yılmaz ve erdal inönü 1994'te rahmi koç 2002'de kemal derviş 2003'te ali babacan 2004'te ali babacan, mustafa koç, kemal derviş 2005'te ali babacan 2006'da daha sonra bakan olacak olan egemen bağış, mustafa koç, yeni şafak gazetesinden fehmi koru, 2007'de ali babacan, mustafa koç, birand, doğan, boyner, cengiz çandar, hikmet çetin, 2008'de ali babacan, mustafa koç ve 2-3 sene içerisinde servetini ikiye üçe katlayacak ferih şahenk, 2009'da ali babacan, mustafa koç, sabancı 2010'da ali babacan, mustafa koç katıldı. ali babacan ve mustafa koç 2014 toplantılarına dek katıldıysa da 2014 toplantılarına ali babacan çağrılmadı. 1996 yılında yapılan toplantılarda türkiye ile ilgili önemli kararların alındığı belirtilmiş, ve bu toplantıdan sonra bir yıl içerisinde refah-yol hükümeti post-modern darbe ile düşürülmüştür. ingilizce bilenler şu yabancı kaynaktan konuyla ilgili ayrıntılı bilgi edinebilirler.

bu toplantılarda neler konuşulduğu halen sır niteliğini korur ve hala bu toplantılara dünyanın en seçkin devlet, iş, medya adamları gelmeyi sürdürür. akp döneminde ise 2007 yılında bu toplantı türkiye'de yapılmıştır. akp'den fullbright bursuyla okumuş ali babacan ise devamlı bu toplantılara katılmıştır.

***
devamı gelecek...

***

not: siyasal islam konusuna bugün de değinemedik ama bilderberg ve menderes-demirel dönemini tamamladık. siyasal islam konusuna oldukça ilgi var. ve siyasal islam kavramı ile akp'nin ilişkisi sıklıkla soruluyor. ilgi arttıkça ben de daha kapsamlı olması açısından konuyu genişletiyorum. bu nedenle o konuyu ileri bir tarihe atıyorum.

not2: bir diğer önemli soru ise güncel ışid ve amerikan müdahalesi konusundaki görüşler... bu konuyu bir sonraki yazıda bulabileceksiniz. sonra konu ister istemez siyasal islam'la bağlanacak ve beklenen yazı güzel bir sonla karşınıza gelecek. kapanışı siyasal islam ve akp ilişkisi ile tamamlayacağız.

45* hala menderes'le ilgili mesajlar geliyor. fakat daha fazla üzerinde durmayacam. zira menderes fatih'in sadrazamı olsaydı, 10 yıl değil, 2 yıl içerisinde kellesi alınarak idam edilirdi. kendisine yapılan muameleyi tasvip etmiyorum. fakat bu ülkeye zararı çoktur. onun döneminde yapılan yanlışların faturaları halen daha ödenmektedir. 1960 darbesini yapan askerlere albaylar cuntası ismi verilmişti. çünkü askerlerden çoğu albaydı. darbeyi yapan milli birlik komitesinin üyelerinden biri de kurmay albay haydar tunçkanat'tı. tunçkanat menderes döneminde yapılanları araştırma ile görevlendirilmişti. kendisinin ilgi alanı gizli anlaşmalardı. aradı, taradı, darbe hükümetinin kendisine verdiği yetkilerle devletin en gizli belgelerine kadar uzandı. ve karşına çıkan veriler karşısında adeta şoka uğradı. durumlar vahimdi. bu böyle olmazdı. araştırdıkça yeni belgeler, derine indikçe kahreden anlaşmalara ulaştı. tam on yıl bekledi ve sonrasında bu belgeleri kitap haline getirdi. kitabın adı "ikili anlaşmaların iç yüzü"ydü. ilk basım 1970'ti. ikinci basım bir ay sonra çıktı. fakat kitap sümen altı edildi. üçüncü baskı 2001 yılında çıktı. 4. ve son baskı ise 2006 yılında basıldı. bu kitabın varlığından haberdar olmamı sağlayan şahıs prof. dr. oktay sinanoğlu'dur. kitabı tam üç ay boyunca aradım ama bulamadım. daha sonra iş bilir bir sahaf tarafından temin edebildim. kitapta 1947 ile başlayıp 1965'e değin uzanan gizli anlaşmalar bulunuyor. ilgilenenler bulup okuyabilir. tavsiye ederim.

46* 2011 yılında suriye binlerce yabancı istihbaratçının ve paralı askerin cirit attığı, iç savaşın hortladığı bir ülke haline geldi. suriye'ye bir yerlerden yüzlerce casus akın etmişti. ve bu akın için hazırlık çoktan yapılmıştı. geçen yazıda israil'in oecd'ye akp sayesinde 2010 yılında katıldığını belirttim. tam da o dönemlerde suriye sınırında bulunan mayınlı arazilerin temizlenmesi gündeme geldi. temizleme işini israilli bir firmanın yapacağı tartışılırken asıl mevzu gözden kaçtı. akabinde tayyip erdoğan kardeşi esad'la anlaştı ve suriyeyle vizeler kalktı. böylece türkiye'den suriye'ye geçişler oldukça kolay hale geldi. oldukça... mevzuyu çakozladınız sanıyorum.

47* 2010 yılının sonlarında tunuslu bir vatandaş kendisini yakmış ve hükümet aleyhine protestolar büyümüştü. dünyanın gözleri tunus'a çevrilmiş fakat henüz arap baharı diğer ülkelere sıçramamıştı. o dönemlerde mısır ve libya sakin, suriye ile türkiye müttefik, esad ile erdoğan kardeşti. tunus'taki olaylar büyürken abd başkanı obama aniden bir açıklama yaptı ve esad'a "reformları yap yahut çekil" resti çekti. tunus yanıyor, libya ve mısır kaosa sürükleniyordu. fakat obama esad'ı hedef alıyordu. "reformları yap" diyordu. esad reddediyor, obama ise yineliyordu. tarihler mayıs 2011'i gösteriyordu. . ardından obama'nın reform talepleri kesildi. onca cürmün arasında kimse esad ve obama'nın diyaloğunu dikkate almıyordu. kısa süre sonra libya patladı, mısır yanmaya başladı ve suriye aniden karıştı. aradan birkaç hafta geçti ve bu kez sahneye başka bir lider çıktı, hedefinde esad vardı. tarihler bu kez kasım 2011'di. "koltuğu bırak, halkının taleplerine cevap ver" diyordu. "hepimiz öleceğiz, koltuğa saplanma" diye ekliyordu. evet, bu kişi tayyip erdoğan'dı. obama, suriye henüz karışmadan esad'ı defalarca uyarmış, reform istemiş, esad reddedince obama devreden çıkmış, suriye'de karışıklıklar sert bir şekilde patlak vermiş ve erdoğan devreye girerek "halkını katleden biri başkan olamaz, koltuğu bırak" demişti. obama esad'ı "reformlar yapması" yönünden eleştirmişken tayyip erdoğan "halkını katlettiği" için eleştirmişti. nedenler farklıydı ama talepler aynıydı: "koltuğu bırak" ve akıllarda bir soru vardı, esad rerformları yapsaydı, ülkesinde karışıklık meydana gelir miydi? ülkeyi kim karıştırmıştı?

48* tayyip erdoğan esad'ın devrileceğinden emin olduğundan öyle ifadeler kullanıyordu öyle sert eleştiriler yapıyordu ki, tüm dünyada esad karşıtlığı "tayyip erdoğan" ile özdeşleşiyordu. obama'nın aylar önceden esad'ı uyarışı unutuluyor, esad'ın istenmeyişinin sebebi olarak tayyip erdoğan ismi öne çıkıyordu. fakat işler istenildiği gibi gitmedi, "üç ayda düşer" denilen esad aylarca direndi. yıllar 2012'yi gösterdiğinde tayyip erdoğan esad'ın gitmesi için nato'dan "müdahale" istiyor rusya ise "esad'ın koltukta kalması için herşeyi yaparız" diyordu. batı, esad'ı suriye'ye sızan casuslarıyla düşürmeyi hedeflediyse de esad'ın suriye'ye sızan bu güçlere sert şekilde müdahale etmesi, ortalığı yakıp yıkması batının hedeflerini boşa çıkarmıştı. tunus, mısır, libya, cezayir ve daha bir çok ülke "sivil toplum örgütleri" üzerinden finanse edilmiş. finanse edilen ajanlar halkı galeyana getirerek basının da etkisiyle hükümetler düşürülmüştü ama esad direnmişti. abd'nin sızıntıları esad'ı düşürmeye yetmeyince tayyip erdoğan'ın "müdahale" önerisi gündeme gelmişse de rusya'nın esad'ı koruması neticesinde buna cürret edilemedi. erdoğan esad'a ağzına geleni söylüyordu fakat esad'ı koruyan putin'e tek bir laf edemiyordu. ilginçti.

49* tam da o günlerde amerika'nın en önemli stratejistlerinden, el kaide'nin fikir babası zbigniew brzezinski "abd yanlış yaptı, gerekli hazırlıklar yapmadan suriye'ye saldırmak hataydı" şeklinde demeç verdi. brzezinski sovyet işgaline karşı afgan dini grupların silahlandırılmasını öneren kişiydi. ve bin ladin'le iyi ilişkileri bulunuyordu. silahlandırılan el kaide rusya'yı def etmeyi başarmıştı. fakat kontrolden çıkarak bir güç halini almıştı. daha sonra bu grup islam karşıtı tüm unsurlara ölüm saçan bir tür terör örgütü haline gelmiş ve abd'nin ırak'a saldırması için bir tür bahane halini almıştı. brzezinski'nin mesajı açıktı. tarihler kasım 2012'ydi.

50*sadece üç ay sonra suriye'de işler değişiyordu. ebu bekir el bağdadi ve müttefiki yani suriye'deki en büyük muhalif güç olan el-nusra lideri ebu muhammad al-jawlânî yollarını ayırdı. tarihler manidardı. bağdadi ışid'in lideri oldu ve ilk olarak eski müttefiki, esad karşıtı el nusra'ya savaş açtı. sadece birkaç ay önce el nusra ile esad'a karşı savaşan bağdadi, bir anda taraf değiştirerek esad'la birlikte el nusra'yı ezmeye başladı. bir yılı aşkın süredir esad'la savaşmasına rağmen fazla yol kat edemeyen el nusra'nın aksine bağdadi liderliğindeki ışid her nasılsa kısa bir sürede büyüdü. özgür suriye ordusu ve el nusra liderlerini teker teker yok etti ve suriye ile ırak'ı kapsayan bölgenin kontrolünü eline aldı. hazinesi büyüdü. ve 2014 yazında ırak ordusunun kaçarak terk ettiği musul'u tereyağdan kıl çekercesine aldı. musul'un ani düşüşü ve merkez bankasının ışid'e geçişi sayesinde ışid hazinesi iki katına çıktı. ışid göz göre göre musul'u alıyordu fakat hiç kimse birşey yapmıyordu. abd elçiliği hızla boşaltıldı fakat amerikan birliğinin silahları nedense bırakıldı. böylece paranın yanında silah deposu da elde eden ışid artık lokal bir güç halini aldı.

51* rusya amerika'nın sızıntıları ile çalkalanan suriye'yi savunmuş abd esad'ın sızıntıların faaliyetleriyle düşmeyeceğini anlamış. brzezinski abd'yi uyarmış ve sürece farklı bir boyut katmış ve sadece bir kaç ay sonra ışid olayı patlak vermişti. hamle sırası rusyadaydı, ukrayna tam da bu sırada karıştı. halk ikiye bölünmüştü. putin sessiz kalamayacağını belirtti ve hükümet karşıtı protestolara destek verdi. roller değişmişti. bu kez putin muhalifleri savunuyor, abd ise iktidarı koruyordu. ve putin bitirici hamleyi yapmış, halihazırda rus hakimiyetini peşinen kabullenmiş isimlerden oluşan kırım meclisinden hızlıca bir karar çıkarmış ve kırım rusyaya bağlanmıştı. nato rusya'yı sert bir dille uyarmışsa da bunlar lafta kalmıştı. rusya kırım'ı ele geçirdikten sonra ışid'in faaliyetleri süratle artmaya başladı. ve bu kez hamle sırası batıdaydı. abd ve rusya adeta adım adım dünyayı paylaşıyordu.

52* ağustos ayında brzezinski yeni bir röportaj verdi ve dünyanın kaosa sürüklendiğini, abd'nin bunda payı olduğunu ve birşeyler yapılması gerektiğini ifade etti. işaret çakılmıştı. sadece bir kaç gün sonra amerikan genelkurmay başkanı "ışid herşeyden tehlikeli" diyordu. dışileri "ışid küresel bir tehdit halini aldı" beyanı veriyordu. sonraki hafta toplanan nato toplantısında obama müdahale fikrini ortaya attı ve koalisyondan bahsetti. artık vakti gelmişti. ışid'le savaş başlamalıydı.

53* ve türk hükümeti dış politikasının yeniden şekillendiği ve çok önemli kararlar alması gereken bu günlerde olaylardan uzak bir tavır sergiliyordu. güney sınırındaki 800 km'lik alanda savaş tehdidi doğan ve sınır ötesi harekat koalisyonuna dahil olup olmama noktasında başbakan davutoğlu'nun siyaset üretmesi, doktrin geliştirmesi, karar vermesi, yol haritası oluşturması için gece gündüz temaslarda bulunması gerekirken kendisi
geceleri taksi durağı ziyaret eden, nikah şahitliği yapan ve kutlamalara katılan başbakan halini alıyordu. tam da bu günlerde ışid çok ilginç bir karar aldı ve türkiye'nin müdahale olayına soğuk durmasının bahanesi olan 49 rehineyi serbest bıraktı. böylece türkiye'ye müdahaleye katılmaktan başka bir yol kalmamış oldu.

54* türkiye 1970'lerde siyasi istikrarsızlıklar ve terörle uğraşmıştı. ekonomi olarak oldukça hırpalanmıştı. ecevit yaratılan siyasi kaosla zayıf düşürülmüş ve kemal derviş tarafından hazırlanan ve özetle "ağır sanayi hamlesinden vazgeçin" temalı raporu ile bitirilmişti. ardından göreve demirel gelmişti. demirel dayatılan bu reformlara yanaşmasa da sonunda ikna oldu ve 24 ocak 1980'de turgut özal'ın kaleme aldığı kararlar yürürlüğe kondu. böylece türkiye atatürk'ün karma ekonomisinden kapitalizmin isteği doğrultusunda "serbest piyasa ekonomisi"ne geçti. fakat türkiye'nin mevcut siyasi yapısı ve anayasanın varlığı, bu sistemin tam olarak entegre edilmesini zorlaştırıyordu. sendikalar kanunu, işçi hakları ve kamu iktisadi teşekküllerinin yapısı türkiye'nin liberal ekonomik düzene geçmesine mani oluyordu. meclis ise bırakın yasaları düzenlemeyi, cumhurbaşkanı bile seçemiyordu. darbe tam da bu esnada imdada yetişti. turgut özal hayatında tanımadığı kenan evren tarafından köşke davet edildi ve ekonomi bakanı ilan edildi. böylece anayasanın kaldırıldığı, meclisin feshedildiği ve her türlü hakkın askıya alındığı bir ortamda özal işe koyuldu. artık ortam müsaitti. atatürk'ün kalkınmacı karma ekonomik düzeni yerini liberal ekonomik düzene bırakabilirdi. üstelik bu iş için dünya bankasının eski danışmanı turgut özal kenan evren tarafından tam yetkili kılınmıştı. yeni anayasa hazırlandı ve kabul edildi. turgut özal amerikaya gitti. geri dönünce görevinden istifa etti ve parti kurdu. kenan evren özal'a seçimlere girmesi konusunda izin verdi. özal kenan evren'in seçtiği partilerle yarıştı ve kazandı. görev tamamdı.

55* özal'la birlikte kuyruklar bitti. bolluk geldi. türkiye'ye ithal mal yağıyor, liberal ekonomik düzenin getirisi olarak bankerler sahneye çıkıyor ve faizcilik bir meslek haline geliyordu. kumar yaygınlaşıyor, lüks tüketim artıyor, ülke batı'nın ithal mallarının kapış kapış satıldığı bir pazar haline geliyordu. özal "ben zengini severim" diyor, orta direğin nasıl ezildiği şaban filmlerinde dahi konu ediliyordu. hayali ihracat vakalarının patlak veriyor, sürücü kursları ehliyet dağıtmaya başlıyor, her gün trafik kazalarının yaşandığı bir yığın insanın öldüğü ve sürüyle aracın tahrip olduğu günler başlıyordu. turgut özal yeniliklere doymuyor ve önemli bir karar alarak "türk parasını koruma kanununu" kaldırıyordu. turgut özal'ın büyük reform olarak addettiği bu gelişmeler sonucunda göreve başladığında 17,5 lira olan dolar öldüğünde 10.000 liraya kadar yükseliyordu. batının ithal mallarının yarattığı bolluk nedeniyle hayat pahalılaşıyor ve ekonomik sorunlar yeniden nüksetmeye başlıyordu.

56* özal bir büyük atılım daha yaparak yabancılara toprak satışı kanunu çıkarmış ve devlet toprağının yabancılara satışı dönemi başlamıştı. açıkça görülüyor ki 60'lar ve 70'lerde iktidarların ve batının türkiye'de yapamadığı, devlet düzeninin izin vermediği bir çok şey 80 darbesi ile beraber başlayan özal döneminde kolaylıkla yapılmaya başlanmıştı. yabancılara toprak satışı kanunu sonraki yıllarda daraltılmış. genişletilmek istense de bu değişiklikler anayasa mahkemesi tarafından 1990'lı yıllarda ve özellikle akp iktidarından itibaren 2005,2007, 2008, 2009, 2010 yıllarında iptal edilmişti. daha sonra 2010 referandum paketi ile birlikte anayasa mahkemesi üyesinin sayısı 17'ye çırakıldı. üye sayısının artması yüzünden atanması gereken üyeler abdullah gül tarafından atandı ve böylece anayasa mahkemesinde üye çoğunluğu akp'nin eline geçmti. eylül ayında akp'ye geçen anayasa mahkemesi kasım ayında daha önce defalarca reddedilen yabancılara toprak satışı hakkındaki yasa değişikliğini sorunsuz onayladı. işlem tamamdı. vebali referandumda evet oyu verenlerin boynunadır.

57* özal göreve geldiğinde türkiye'ye yeni kavram ve anlayışlar getirmişti. henüz kimsenin bilmediği duymadığı bir dönemde özal çıkıp "küreselleşme" "globalleşme" ve "devleti küçültme" gibi kavramlardan bahsediyordu. hiç kimse özal'ın ne kastettiğini bilmiyor ve bu şapkadan nelerin çıkacağını merakla bekliyordu. bu algoritmayı daha sonra 2009'da tayyip erdoğan ve abdullah gül ikilisi de kullanacaktı. tayyip erdoğan günün birinde "açılım" ve "kardeşlik projesi" kavramlarını ortaya atacak ve abdullah gül de "önümüzde tarihi bir fırsat var" diyecek fakat fırsatın ne olduğuyla ilgili asla konuşmayacaktı. nitekim medya aylarca tarihi fırsatı ve açılımı konuşacak, böylece halk ne olduğu tam olarak açıklanmayan bu kavramlara aşina hale gelecek böylece bu kavramların içi rahatlıkla doldurulabilecekti. özal da harifyen uyguluyordu. işin ilginç yanı bu kavramlar önce abd başkanı reagan tarafından ortaya atılıyor, ardından ingiliz thatcher bu kavramları diline doluyordu. tüm dünya bu kavramları tartışırken turgut özal da artık dünyanın değiştiğini ve yeni dünyaya uyum sağlayabilmek için bu kavramlara ihtiyacımız olduğunu belirtiyordu. ve sonucunda 24 ocak 1980 günü alınan kararlar, sağlanan anayasal ortam sayesinde yürürlüğe koymaya başlanıyordu. özal şapkadan tavşanı çıkarıyor ve "devletin küçülmeli" diyordu. ve ekliyordu "devlete baba demeyin, sonra alır sopayı döver" ve akabinde yeni bir uygulama türk siyasi tarihine giriyordu: özelleştirme. özal devlet kurumlarını satmaktan bahsediyor, halkı buna ikna edebilmek için "devlet kurumlarının işe yaramadığını ve gelir getirmediğini" açıklıyordu. özal hayatını tamamladığında özelleştirmeler tam olarak bitirilememişti. yıllar sonra bu görevi tayyip erdoğan ve akp tamamlayacak ve devlet kurumları düşük ücretlerle yabancılara satılacaktı.

58* özal'a göre piyasa serbest olmalıydı bu yüzden devlet piyasadan çekilmeliydi yani devlet küçülmeliydi. böylece piyasa liberalleşecek ve rekabet artacaktı. fakat tarih bunun böyle olmadığını gösterdi, küçük ve yerel işletmeler türk piyasasına giren yabancılarla rekabet edemiyordu. bu durum ortaya çıkınca yabancı sermayenin ülkeye girebilmesinin şartları ağırlaştırıldı ve yabancı sermayeye ek vergiler getirildi. bu meseleyi tamamlamak da özal'a kısmet olmayacak yine yıllar sonra tayyip erdoğan ve akp döneminde yabancı sermayenin teşviki için yasa çıkartılacak ve yabancı sermaye ile yerli sermaye eşit olacaktı. "yabancı sermaye öpüp başın üzerine konuyordu"

59* burada bir parantez açarak serbest piyasa eleştirisi yapmak istiyorum. serbest piyasa ekonomisi denilen kavram savaş ekonomisi şartlarını sağlayan bir tür hayalden ibarettir. çünkü gerçekte her müteşebbis kar etmek, büyümek, kartelleşmek ve piyasaya hakim hale gelmek ister. müteşebbisin bu emelleri için serbest piyasa ekonomisine ihtiyacı vardır. örnek vermek gerekirse, 1800'lü yılların ortasında keşfettiği petrol kaynağının üretimine başlayan david rockefeller sahip olduğu petrol kuyularından büyük gelir elde etmiş ve kazandığı parayla petrol ofisleri açmıştır. serbest piyasanın hakim olduğu ekonomik bir ortamda bir kavşakta bulunan 3 adet petrol ofisinin yanına dördüncü petrol ofisini açan rockefeller sermayesine güvenerek petrol fiyatlarını düşürmüş ve böylece piyasayı etkilemiştir. petrol fiyatları düşünce rakipleri de satış yapabilmek için mecburen fiyat kırmak durumunda kalmış ve böylece zarar etmeye başlamıştır. nihayetinde iflas eden petrol ofisleri rockefeller tarafından alınmış ve serbest piyasa ekonomisi güçlü olan rockefeller'ı kartelleştirmiştir. rockefeller kartelleştikten sonra petrol fiyatlarını yükseltmiş ve böylece kartelleşme uğruna uğradığı zararların kat ve kat üstünü kazanmıştır. rockefeller bunu serbest piyasa ekonomisine borçludur. çünkü herhangi bir malın piyasasında yani pazarında üretim veya tüketimin %33'ü gibi bir oranı elinde tutan kişi o piyasayı ele geçirebilmektedir. bu kişi üretici ise üretim kısarak fiyat yükseltir veya üretimi artırarak fiyat düşürüp küçük rakiplerinin iflasına yol açabilir. eğer bu kişi tüketici ise "almıyorum" diyerek piyasada suni bir mal bolluğuna sebep olur ve üretici de "malım elimde kaldı" korkusuna kapılarak fiyat düşürür. örneğin 1999-2000 yılları arasında sert geçen kış nedeni ile petrol tüketimi arttı. petrol fiyatları da 35 dolara kadar çıktı. çünkü petrol üretiminin üçte birinden çok fazlasını elinde tutan opec üyeleri imkanları olduğu halde talebe uygun üretim yapmak istemiyordu. böylece serbest piyasa ekonomisinde üretici baskısını örneklemiş olduk. bunun karşısında dünyanın en büyük petrol tüketen batı ülkeleri opec üyesi ülkelerde siyasi krizlere neden olacak faaliyetlerde bulundular. bu sebeple mart 2000'de opec toplantısından petrol üretimini artırma kararı çıktı. yani "tüketici baskısı" özetle batılı büyük şirketler türkiye gibi yüksek nüfuslu ülkelerde pazar oluşturabilmek ve kar elde edebilmek için "serbest piyasa ekonomisine" ihtiyaç duyar ve bu ekonomik modeli o ülkelere dayatır. bu model zamanında türkiye'ye de dayatılmış ve türkiye özal ile birlikte bu modeli benimsemiş, tayyip erdoğan ile birlikte tamamen hayata geçirmiştir. böylece hem batılı şirketler mallarına pazar yaratmış hem siyasi liderler batıyı memnun edebilmiş hem de batının açtığı pazar nedeniyle yalancı bir sermaye akışı piyasayı diri tutmuştur. olan batının şirketlerinde asgari ücretle çalışan işçiye, güvensiz koşullarda iş kazaları yüzünden telef olan işçiye, büyük karteller altında ezilen yerli sektöre olmuştur.

60* özal döneminde şimdilerde de yaşadığımız çok önemli bir süreç yaşanmıştır. humeyni abd'nin sadık dostu pehlevi'yi iktidardan indirip yerine batı ile kavgalı bir islam devleti kurmuştu. bu olaylardan sadece aylar sonra saddam'ın ırak'ı iran'la savaşa tutuştu. sonuçta sekiz yıl sürecek bir savaş başlamış, abd ırak'ı desteklemiş müslüman ülkeler birbirine kırdırılmış ve türkiye ise bu dönemde tıpkı 1950-1953 savaşında olduğu gibi tahıl ambarı işlevi görmüş ve savaş sırasında türk tarım ürünleri bölgede savaşan güçlere ihraç edilmiş, ekonomi geçici bir ferahlık yaşamıştır. gariptir, menderes ve özal'ın hükümete gelir gelmez yaşadığı bu talihli olayın aynını tayyip erdoğan da yaşayacak ve akp göreve gelir gelmez abd ırak'a girecek ve türkiye bu kez de tarım ürünlerini abd'ye satarak geçici bir ekonomik ferhalık yaşayacak böylece halk ekonomik ferahlık için iktidara dua edecekti.

61* özal ve erdoğan arasındaki bir diğer benzerlik ise kürt açılımıdır. özal hiç ortada yokken durduk yere ab üyeliği için gerekirse özerkliğin dahi konuşulabileceğini, federasyon hayallerini ortaya atmış ve ülkemizde var olan bölücü kesimlerin kalplerine bir gün yeşerecek "bağımsız kürdistan" hayallerini ekmiştir. aynı zamanda özal barzani ve talabani ailerini dünya siyasetine sokan insandır. özal bu iki isme verdiği diplomatik pasaport sayesinde bu iki isim türk pasaportlarıyla avrupada faaliyet güdebilmiştir. özal bu iki kürt siyasi aktörün günün birinde ırak'ta cumhurbaşkanlığına ve bölgesel kürt yönetim liderliğine yükselen kariyerini başlatmıştır.

62* özal ve erdoğan'ın başka benzer özellikleri ise dış politikada atılan başarısız hamlelerdir. özal musul ve kerkük'ü almak isteyince ırak'la, devlete yük oluyorsunuz diyerek kıbrıs'la ve onların çoğu şiidir, iran'a yakındır diyerek azerbaycanla durduk yere papaz olmuştur. (bkz: sıfır sorun politikası)

63* özal ve erdoğan arasındaki benzerlikler saymakla bitmez. iran ırak savaşının 1988'de bitmesi üzerine saddam gözünü başka bir ülkeye, kuveyte dikmişti. fakat abd'den çekiniyordu. abd büyükelçisi ise abd'nin arap coğrafyasıyla ilgilenmediğini, buradaki olaylara karışmayacağını söylüyordu. oyuna gelen saddam kuveyte saldırınca abd 1. körfez savaşını başlatmıştı. özal, tıpkı şimdilerde olduğu gibi abd'den yana tavır koymuş ve savaşa katılarak bir koyup üç almak istemiştir. özal da tıpkı erdoğan'ın "esad üç ayda düşer" beyanı gibi saddamın kısa sürede kaybedeceğini iddia ediyor, abd ise türkiye'nin üs olarak kullanılmasını talep ediyordu. abd doğrudan bağdat'a yürümek yerine ırak'ın güneyine asker yığdı. kuzeyde ise barzani&talabani kartını oynadı. özal'ın pasaport verip dünya siyasetine soktuğu bu iki kürt lider amerika'nın isteği doğrultusunda kuzeyde büyük bir kürt isyanı başlattı.

64* abd 15 ocak 1991'de güneyden ırak'a saldırınca özal da fırsat bu fırsat kuzeyden ırak'a saldırmak ve musul&kerkük bölgelerini almak istiyordu. medya sürekli "saddam'ın türkiye'yi vurabileceğinden" "ankara'nın tehlikede olduğundan" bahsederek halkta bir tür saddam korkusu pompalıyordu. kürt isyanı genişleyince özal artık vaktin geldiğini söylüyordu. fakat tam bu esnada hiç hesapta olmayan bir gelişme yaşandı. dönemin genelkurmay başkanı necip torumtay bu politikaya karşı çıktı. ardından görevinden istifa etti. asker müdahaleye karşıydı. devlet kendisini özal'ın hayallerinden koruyordu, ordu yeniden siyasete müdahil hale geliyordu. özal'ın cumhurbaşkanı olduktan sonra başbakan olarak seçtiği yıldırım akbulut bile bu herakate karşı çıkıyordu. abd saddam'ı güneyde şii, kuzeyde ise kürt isyanıyla yorarken aynı zamanda bağdat'ı bombalıyor, fakat saddam bu iki isyanı da kanlı şekilde bastırmayı başarıyordu. türkiye'nin saldırması gerekiyordu. özal da istiyordu. fakat olmamıştı. kuzeyde kürtler yalnız kalmış, türkiye müdahale edememiş, abd barzani ve talabaniyi yalnız bırakmıştı. saddam'ın zulmünden kaçan kürtler türkiye'ye sığınmak için sınırı geçmek istiyordu.

65*abd her krizi bir fırsata çeviriyor, kürtleri saddam'a ezdirerek kuzeyde topluyordu. kuzeye kaçan kürtler kuzeyde yoğun bir kürt nüfusu haline geliyor, abd saddam'ın 32. enlemin kuzeyine geçmesini yasaklıyordu. böylece kuzey kürtlerin egemenlik sahası haline gelecekti. abd ileride kuzey ırak'ta kurulacak kürt devletinin temellerini atıyor, türkiye'nin güneydoğusunu ve suriye'nin kuzeyini tehlikeye atan bir politika sinsice kök salıyordu. özal iç basında bölgesel lider olarak lanse ediliyor ve kutsanıyordu.

66** (yazar notu: iki yıldız koyduğumu farketmişsinizdir. evet. bilerek koydum. çünkü bu madde ve devam maddeleri dikkatlice okumanızı istiyorum. zira bu maddelerde yazılarım arasındaki en önemli maddelerdir.) işte tam da bu sıralarda aslında bölgesel bir lider olmayan ve amerika'nın planını kavrayamayan özal ortaya bir teklif attı. türkiye'ye büyük kürt göçü geliyordu ve özal bu göçü önlemek için kuzey ırak'ta tampon bölge oluşturulmasını ve bu bölgenin uçuşa kapalı bölge haline getirilmesini talep etti. amerika bu teklifin anında üzerine atladı ve bölgeye huzurun sağlanması için çekiç güç adı verilen birliklerin katıldığı harekat başladı. çekiç gücü oluşturan askerler çeşitli ülkelerden oluşuyordu. çekiç güç türkiye üzerinden bölgeye giriyordu. 1991 yılından 2003 yılına kadar tüm hükümetler süresi bitmesine rağmen çekiç gücün süresini uzatırken sadece refah partisi buna karşı çıkıyor erbakan, erdoğan, gül gibi refahlı siyasetçiler bunun çok zararlı olabileceğinden bahsediyordu.

67**özal ve erdoğan hakikaten aynı kaderi yaşıyordu. yıllar sonra kuzey ırak yeniden karışıyor ve bu kez ışid örgütü bölgeye kan kusturuyor, kürtler yine türkiye'ye göç etmeye başlıyordu. ve toplanan bm toplantıları nedeniyle abd'ye giden erdoğan, bir takım temaslarda bulunuyor. erdoğan temaslar sonrasında ülkeye geri dönüyor ve tarih bir kez daha tekerrür ediyordu. erdoğan tüm basın önünde dünyaya bir öneri sunuyor, ne mi? uçuşa kapalı bölge şaşırmayın. daha çok şaşıracaksınız.

68**abd bölge halkını saddam'la savaşması için eğitiyor, onlara destek sağlıyor ve yardımda bulunuyordu. bu tarihten itibaren türkiye sınırları içerisinde yaşanan terör olayları iyice artıyor, her geçen gün daha fazla şehit haberi geliyordu. bunun üzerine genelkurmay öncelikli sorun olarak pkk ve bölücülüğü ele alıyor ve terörün üzerine emin adımlarla gidiyordu. özel kuvvetler komutanlığı bölgede faaliyetler düzenliyor tugay düzeyindeki özel kuvvetler komutanlığı tümen düzeyine çıkarılıyordu. ankara'da yeni bir eğitim tesisi yapımına başlanıyor ancak bu gelişmelerden rahatsız olan amerika medya baskısı ile ihalede yolsuzluk iddiaları ortay atarak faaliyeti geciktiriyordu.

69**ordu o dönemde şimdiki gibi iktidar kontrolü altında olmadığından özal orduya müdahale edemiyor ve ordunun darbe yapmasından çekiniyordu. özal'ın diş geçiremediği orduya abd diş geçirmeye çalışıyordu. yıllar sonra da tayyip erdoğan'ın çok istemesine rağmen 2003 mart tezkeresi'ne meclis onay vermiyor harekat karşıtı paşalar ergenekon operasyonunda içeri tıkılıyordu.

70** tüm bunlar olurken ekim 1992'de inanılmaz bir olay yaşanıyordu. ortak bir tatbikat sırasında amerikan saratoga gemisi muavenet gemimizin kaptan köşkünden iki "sea sparrow" füzesi ile vurdu. kaptan kurmay yarbay levent k. güngör, uçaksavar yardımcı subayı teğmen alper tunga akan, tesis astsubayı serkan haktepe, ikmal çavuşu mustafa kılıç, ve er recep atak şehit oldu, onsekiz subay ve asker de yaralandı!.. bir müttefik, müttefikinin gemisini kaptan köşkünden vuruyor!.. hem de bir değil, iki füze ile!.. abd olayın kaza sonucu yaşandığını belirtiyordu. "sea sparrow" füzeleri altı karar kademesinden geçerek ateşlenen füzelerdi. fakat her nasılsa kazayla gemimizi, hem de kaptan köşkünden vurabiliyordu. özal bırakın kızmayı nota bile veremiyordu, sesini çıkaramıyordu.

71**bu olayın da bir benzeri temmuz 2003'te yaşanıyor amerikan askeri türk askerinin kafasına çuval geçirerek aşağılıyor fakat başbakan tayyip erdoğan "ne notası veriyosun, müzik notası mı bu" diyerek amerikaya tepki vermeyi reddediyor, tarih bir kez daha tekerrür ediyor abd ise orduyu cezalandırıyordu. ordu geri atmıyor, güneydoğuda operasyonlar düzenleyerek pkk'yı bitirmek için herşeyi yapıyordu.

72** türkiye bu hadiselerle 1993'te, tarihinin en karanlık yıllarından birine giriyordu. yılın hemen başında 11 ocakta istanbul polisi, lucky-s adlı panama bandıralı bir gemide 15 ton uyuşturucu ele geçirdi. ordu uyuşturucu trafiğine de el atmıştı. aynı zamanda pkk ile koordine hareket eden sol örgütlere de bir bir operasyonlar düzenleniyor, elebaşları öldürülüyordu. 15 ocakta türk jetleri pkk kampını bombaladı, 150 pkk'lı öldürüşmüştü. kapitalist amerika'nın pisliklerini bir bir ortaya döken uğur mumcu suikast sonucu öldürüyordu. tarihler 24 ocak'ı gösteriyordu. zamanlama çooook manidardı. 28 ocakta yahudi iş adamı jack kahmi'ye suikast düzenlendiyse de kendisi kurtuldu. 5 şubat'ta ise bu kez anap'lı adnan kahveci şüpheli bir kaza sonucu ölüyor karanlık odaklar iki hafta içerisinde hem sağ hem de sol cenaha da mesaj veriyordu.

73** amerika uçuşa kapalı bölge ve çekiç güç hamlelerininden doğan boşluğu fırsat bilerek pkk'yı besliyor ve türkiye'de terörün tırmanmasına olanak sağlıyordu. bu durumun farkında varan jandarma genel komutanı eşref bitlis amerikan çekiç güç helikopterlerinin pkk'lı militanlara silah ve malzeme attığını saptıyor ve bunu alenen açıklıyordu. ordunun gözü karaydı. fakat karanlık odaklar da kimseye acımıyordu. bu beyanların ardından 17 şubat'ta eşref bitlis'in uçağı düşüyor ve o da ölüler kervanına katılıyordu. artık işler özal'ın hakimiyetinden çıkıyordu. ülke tamamen karışmıştı. özal ani bir kararla türk cumhuriyetlerini kapsayan bir geziye çıkmıştı. menderes'in sovyet işbirliği hamlesini andıran bu girişimden kısa bir süre sonra, 17 nisan sabahında türkiye büyük bir haberle şok yaşadı. turgut özal ölmüştü. 1993 yılı gerçekten kanlı geçiyordu.

74** bu olaydan önce mart ayında pkk operasyonlar üzerine pes ederek ateşkes ilan etmiş, bunun üzerine gündeme af gelmişti. tam da af gününün konuşulacağı gün olan 25 mayıs gününde malatya-bingöl karayolunda ele geçirilen silahsız 33 er infaz edildi. bu nedenle af gündemden kalktı. ordu pkk'nın canına okumuştu, pkk ateşkes ilan etmişti fakat birileri terörün sürmesini istiyordu. olayların arkasında eski adıyla özel harp dairesi yeni adıyla özel kuvvetler komutanlığına bağlı jitem örgütü vardı. özel harp dairesi menderes döneminde cia üstün hizmet belgeli daniş karabelen tarafından kurulmuştu. ve ecevit tarafından deşifre edildikten sonra ecevite suikast girişiminde bulunulmuş. konuyu araştıran savcı doğan öz ise öldürülmüştü. 1952'de menderes'in bela ettiği örgüt hala çalışıyor, teşkilata sızmış ajanlar bu kez de 1993 yılında terörün bitmesine engel olmak için devlet aleyhine operasyonlar yapıyordu. 2 temmuz'da madımak faciası yaşandı. irtica hortladı. çıkan gericilerin çıkardığı olaylar sonucunda 33 kişi yanarak can verdi.

75** 22 ekim'de tunceli'de bu kez başka bir jandarma genel komutanı bahtiyar aydın katledildi. pkk suikasti üstlenmedi. fakat ihale pkk'ya kaldı. tunceli'de operasyonlar yapıldı. ilgili ilgisiz bir çok kimse hapsedildi, öldürüldü.

76** jitem'in önemli isimlerinden emekli binbaşı cem ersever, bu yaşanan olaylar karşısında "ordu içerisinde devlet aleyhine çalışan ve pkk ile mücadelede yasadışı işler yapan" kişilerin var olduğunu söyledi. bildiklerini mahkeme huzurunda anlatacağına söz verdi. daha sonra duruşma için ankaraya giden ersever'den haber alınamadı. cesedi ankara elmadağ'da bulundu.

77**amerika bir kez daha önemli bir müttefikini kaybetmiş, bu kez de ordu ile çatışma yaşamıştı. artık bazı şeylerin değişmesi şarttı. tüm bu olaylar yaşanırken amerikan düşünce kuruluşları türkiye'nin yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı olduğunu, böyle bir siyaset anlayışı geliştirebildiği taktirde bölgesel bir güç olabileceğini ifade ediyordu. ve bir uçak yeşilköy havalimanından amerikaya gitmek üzere havalanıyordu. amerika'nın önemli isimlerinden morton abramowtiz pek değerli misafirinin gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu.

***

teşekkür ederim.
part 5 - siyasal islam, pek yakında.

78* yıl 2007… yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi asker akp’ye gittikçe kıl olmaya başlamıştı. genelkurmay başkanı yaşar büyükanıt sıkı bir cumhuriyetçiydi. muhalefet ve sivil toplum kuruluşlarındaki akp rahatsızlığı gittikçe artıyordu, medya propagandası had safhaya ulaşmış “laiklik elden gidiyor” temalı anti-akp cenahı baskıyı artırmıştı. 2007 başında yapılan anketlerde akp’nin oy oranı %35-38 bandında dolaşıyordu. 2006 sonundaki anketlerde ise oran %38-40 civarındaydı. akp’nin olayları düşme trendine girmişti.

79* akp cumhurbaşkanı adayı olarak abdullah gül’ü önermişti. ama bir problem vardı. gül’ün eşi hayrunnisa hanım ise kapalıydı. laik, atatürkçü kesim için bu büyük bir problemdi.

80* seçimlerden önce kutlu doğum haftası ile 23 nisan haftası çakışmıştı. din ve devlet işlerinin sürtüşmesi o kadar yoğundu ki… ufacık bir kıvılcım bardağı taşırabilirdi. ve öyle de oldu, kutlu doğum etkinliklerinden birinde küçük bir kız başı kapalı şekilde sahneye çıkarılınca bardak taştı. genelkurmay tarihe 27 nisan muhtırası olarak geçen bildiriyi yayınladı. asker “atatürk ilke ve inkılaplarına gerekirse biz sahip çıkarız” diyordu. bu bir muhtıraydı. 1971 yılında benzer olay demirel’in başına gelmiş ve demirel istifa etmek zorunda kalmıştı. keza, 28 şubat sürecinde ise aynı durum erbakan’ın başına gelmiş, erbakan da bozulan koalisyon nedeniyle asker zoruyla istifa etmişti. asker bir kez daha siyasete müdahale ediyordu. herkes iktidarın düşüp düşmeyeceğini merakla bekliyordu. fakat bu kez bambaşka bir şey yaşandı. arınç “sakın bize aba altından sopa göstermeyin” dedi. erdoğan muhtıraya sert bir şekilde karşı çıktı. cumhurbaşkanı adayı gül geri adım atmadı. akp askerin restine rest diyordu. türk siyasetinde ilk defa siyaset askere boyun eğmemişti.

81* türkiye tarihinde darbe ve muhtıra yapan askerlerin tümü müttefik abd ile uyum içinde çalışmıştır. 60 darbesinin bildirisindeki “nato ve cento’ya bağlıyız” ifadesi… 71 muhtırasından sonra abd’nin istediği nihat erim’in başbakanlığa atanır atanmaz abd talebi ile haşhaş’ı yasaklaması… 80 darbesinden sonra darbecilerin “natoya ve anlaşmalara bağlıyız” ifadesi… 28 şubat sürecinin ardından anti-siyonist erbakan’ı iktidardan indiren çevik bir’in “batı çalışma grubu” kurarak batı ile kol kola faaliyetler gütmesi… her müdahale istisnasız batı’yı kırmadan ve üzmeden yapılmıştı. fakat bu kez hiç yaşanmamış şey yaşandı. abd dış işleri bakanı rice “seçimle gelen akp iktidarını destekliyoruz.” şeklinde ciddi bir açıklama yaptı. ardından ab ve bm sözcüleri askeri eleştirdi. batı bu kez askerden değil siyasetten yanaydı.

82* asker dışarıda yalnızdı. batı, askere “hayır” diyordu. ama asker abd’ye rağmen bildiğini okuyordu. doğrudan hamle yapılmadıysa da iç politikadaki tüm güç kullanıldı. mecliste yapılan oylama yargı tarafından iptal edildi. böylece cumhurbaşkanı seçimi engellenmiş oldu. yurt içinde basın yoluyla “irtica tehlikesi” ana gündem haline geldi. bir çok gazeteci ve yazar “akp’nin din devleti kurmayı hedeflediğini” söylüyor, cumhuriyet’in elden gittiğini ifade ediyordu. slogan belliydi: cumhuriyetimize sahip çıkalım…

83* tayyip erdoğan meclisteki seçimin iptal edilmesinin ardından erken seçim kartını kullandı. türkiye genel seçime gidiyordu… istanbul, izmir ve ankara’da büyük cumhuriyet mitingleri yapıldı. bir çok sivil toplum örgütü, yazar, siyasetçi, bilim adamı, asker ve sanatçı bu mitinglere katıldı… milyonlarca insan ellerinde bayraklarla mitinglere aktı. büyük bir coşku seli yaşanıyor meydanlar “cumhuriyete sahip çıkalım” diye inliyordu. akp ise başarılı bir politika ile olayı dindar ve dinsiz düzlemine çekti. erdoğan “dindar olduğumuz için başımıza bunlar geliyor” diye haykırıyordu. günler birbirini kovalarken hesapta olmayan bir şey yaşandı. akp’den ayrılıp anap’ın başına geçen erkan mumcu ile doğru yol partisinin lideri mehmet ağar demokrat parti adı altında birleşerek ittifak yapma kararı aldılar. bu birleşme sağ seçmende muazzam bir heyecan yarattı. demokrat parti’nin barajı aşması kesindi. demokrat parti sağ seçmenin oyuna hitap ettiğinden akp cephesi ise bu durumdan son derece mutsuzdu. fakat olağan-üstü olayların yaşandığı bir yıldı 2007… ve yine beklenmeyecek bir olay oldu. mehmet ağar ittifakı bozdu. iki parti birleşemedi. ve seçimlere iki ayrı parti olarak girildi. akp %47 oy aldı. chp %20’de kaldı. mhp ise %14 oy kazandı. anap ve doğru yol partisi barajı aşamadı. abd akp'nin yanındaydı, mehmet ağar ittifakı bozarak akp'nin ekmeğine yağ sürmüştü. akp zafer kazanmıştı.

84* tüm bu hengamenin arasında gözden kaçan bir detay vardı. 12 haziran 2007 tarihinde bir ihbar sonucu ümraniye’de bir evde el bombaları bulundu. bu ihbar üzerine bir soruşturma başlatılmıştı. ve seçimlerden tam bir hafta sonra gözaltılar başlamıştı. yazar ergün poyraz, sedat peker ve daha bir çok kişi gözaltındaydı. suçlamalar ağırdı, türkiye’de yapılanmış bir tür “gizli örgüt”ten bahsediliyordu. bir süre sonra yeni tutuklamalar geldi. eylül 2007’de seçimlerde sıkı çalışan add’nin yetkililerinden biri daha içeri alındı. 2008 başından itibaren ise tutuklamalar sıklaştı bir çok asker, yazar, gazeteci, profesör göz altındaydı. tutuklananların ortak noktası, bir çoğunun sıkı bir akp karşıtı olmasıydı. medya bu örgüte isim de bulmuştu, örgütün adı ergenekon'du…

85* ergenekon örgütü kapsamında onlarca insan göz altına alınmıştı. içinde rütbeli askerler de vardı, tanınmış yazar ve doktorlar hatta gazeteciler ve siyasetçiler de… her yerden oluk oluk ihbar, gizli tanık ve belge yağıyordu. çok garipti, sanki birileri düğmeye basmıştı ve düğmeye basılır basılmaz herşey adım adım hayata geçirilmişti. ihbarlar ve belgeler okyanus ötesinden geliyor, tanıkların ise kim olduğu sır gibi saklanıyordu. tsk bünyesindeki bir çok paşa, subay göz altındaydı. mesaj basitti. abd bir “el” sayesinde önce “anap-doğru yol” ittifakını parçalamıştı, arından da siyasete müdahale ederek var gücüyle iktidarı düşürmek isteyen askeri ve yanındaki gazeteci ile dernekçileri hapse tıkmıştı. olayın anlaşılmaması için ise alakalı, alakasız her kes örgüte bağlanıyordu. bir takım asker ve istihbaratçının 5-10 yıl önce işlediği suçların dosyaları hazırlanıp gömülmüştü, gizli servisler bu bilgileri saklıyor ama gün yüzüne çıkarmıyordu. ergenekon dosyası ile bu dosyalar da gün yüzüne çıkarak “somut ve net” delilerin de var olduğu izlenimi güçlendirilmiş oluyordu. aynı zamanda vakti zamanında ecevit’in farketmesine rağmen üzerine gidemediği örgütün de artıkları tasfiye ediliyordu. her geçen gün yeni silahlar, yeni gözaltılar, yeni dosyalarla birlikte süreç büyüyor böylece 2007 yazında bir araya gelen koalisyon darmadağın ediliyordu. 2007 koalisyonu kaybetmişti.

86* iktidarın yargı teşkilatında yeterince kadrosu yoktu, iktidar yargı ile sık sık çatışıyordu ama buna rağmen birileri iktidarın karşısındaki herkesi yargı gücüyle içeri atıyordu. yargı içinde yer edinen bu güç emirleri okyanus ötesinden alıyor, okyanut ötesi iktidara hayatının en büyük kıyağını yapıyordu. fakat eldeki bu belgeler, bilgiler ve güç nereden geliyordu? iktidar ergenekon sürecini başından kabul ederek “türkiye bağırsaklarını temizliyor” açıklaması yaptı. akp’ye göre devlet içerisinde konumlanmış bu gizli örgüt yıllardır devlete zararlar veren, akp’yi de yıkmaya çalışan gizli bir örgüttü ve artık yok edilmesi gerekiyordu. chp ise örgüt bahanesiyle masum insanların cezalandırıldığını iddia ediyordu.

87* 2008 yılının ilk baharı oldukça sıcaktı. herkes ergenekonla yatıp ergenekonla kalkıyor türkiye ergenekonu konuşuyordu. akp 5 yıllık iktidarını korumuştu ama güçsüzdü. ne yargı ne asker ne de medya kontrolünde değildi. üstelik ergenekon’la yapılan savaş henüz yeni başlamıştı. akp’nin işi çoktu. işte böyle bir dönemde, henüz ne one minute olayı bile yaşanmamışken, bunca cürmün arasında hiç de fark edilmeyen, deyim yerindeyse ciddiye alınmayan bir kitap yazılmıştı…

88* sene 1990…
turgut özal cumhurbaşkanıydı… körfez savaşı başlamamış, sovyetler birliği henüz dağılmamıştı. türkiye’de anap iktidar, shp ve doğru yol partisi muhalefetti. erbakan, yazıcıoğlu ve türkeş ise minik oy oranları ile mecliste dahi yoktu. cia yüksek rütbeli görevlisi graham fuller cumhuriyet’le söyleşi yapmıştı. graham fuller’e göre “türkiye geçmişte ortadoğu için bir modeldi, bugün de olmaya devam ediyor: hele demokrasi ile islam’ı bir arada yaşatabilecek bir formül bulursa, iran ve arap dünyasına, büyük bir entelektüel öncülük yapmış olacaktır.” henüz 28 şubat süreci dahi yaşanmamış, türkiye’de din ve siyaset olgularını bir arada yürüten bir parti iktidar olamamıştı. türkiye ile ortadoğu arasında büyük bir uçurum vardı. ama graham fuller türkiye’nin ortadoğu’ya öncülük yapabileceğinden söz ediyordu. bu sözler o günün şartlarında hayal gibiydi fakat fuller'e göre değildi. bir şarta: “…atatürk’ün düşünceleri çağı için son derece güçlü düşüncelerdi; ama onun sayesinde yaratılmış bugünün, kendisine güven duyan güçlü türkiye’si artık ulusal kimliğini, yörüngesini, dünyadaki rolünü, hatta islam’ın günlük hayattaki yerini yeniden düşünebilmelidir…” fuller atatürk düşmanlığını belli etmeden “atatürk iyiydi ama onun devri bitti, artık ulusal anlayışı bırakıp islam’ı siyasete sokmalı” diyordu. fakat bunun nasıl olacağını da belirtmeden edemiyordu: “islam’a bakmanın çeşitli yolları var: bence ‘otomatik bir tehdit’ olarak kabul edilmesi yanlıştır; hareketin hangi siyasal görüşleri savunduğuna bağlı. eğer laik bir devlet yıkılarak yerine iran türü bir rejim kurulmak isteniyorsa, bu demokratik yapıya düşman bir tutum; ama insanlar islam din ve kültürünün daha çok gözetilmesini [türban, namaz] islam eğitiminin yaygınlaşmasını [imam hatip, kuran kursu, cemaatler] istiyorlarsa, bu otomatik bir tehdit olarak kabul edilmemelidir… “

89* graham fuller 1979 iran islam devriminin ardından ortadoğuda dini siyaset ve islami partilerin trend halini alarak artacağını öngörüyor. ve bu trend sonucunda artan islami partilerin abd ile nasıl uyumlu kalabileceğini araştırıyor. önünde iki tane model var… iran ve türkiye… iran batı ile düşman, batıyı “siyonist” yani islam düşmanı olarak görüyor. yani ortadoğu ülkeleri iran modeli ile reform yaparsa ortadoğu tamamen abd’nin elinden gidebilir. türkiye ise batıya dönük, üstelik din ve devlet işlerini birbirinden ayırmış. ayrıca 1952’den bu yana abd’nin dostu ve müttefiki. batılı bir ülke olabilmek için ab’ye üye olmak dahi istiyor… ee, seçenekler ortada, sizce batı, demokratikleşecek ortadoğu ülkelerinin hangi modeli benimsemesini ister? batı için en iyi tercih tabiki türkiyedir. zaten ortadoğu arapları yıllarca türk devleti olan osmanlı hakimiyetinde yaşamışlar. bu yüzden türkiye’yi örnek ülke olarak görüyorlar. fakat ufak bir pürüz var, türkiye model olmasına model ama neticede atatürk tarafından kurulmuş, bu yüzden devlet yapısı atatürkçü. yani? laik. ne diyordu graham fuller, “atatürk’ün düşünceleri çağı için gerekliydi ama onun devri bitti, artık ulusal anlayışı bırakıp islamı siyasete sokmalı.” demek ki türkiye’nin ortadoğu’nun abisi/örnek ülkesi/lideri olabilmesi mümkün ama bir şartla: kemalist anlayış gitmeli ve yerine “irandaki gibi radikal” olmayan ılımlı islami anlayışı gelmeli…
attila ilhan’ın dediği gibi,“müslüman geçmişi ve görenekleriyle barışmış laik türkiye, müslüman tabanlı olacak, ortadoğu ile gittikçe daha yararlı ilişkilere girecektir; bu da, ankara’nın şaşmaz batılı tercihleri dolayısıyla müslümanlık çerçevesi içindeki türklüğün ve araplığın, bat’ya hasım olmaktan çıkarılması; tam tersine önemli ve büyük bir nüfuz sahası, bitmez tükenmez bir pazar olarak açılması anlamına gelir.”

90* tam 25 yıl önce graham fuller türkiye’de islami partilerin önünün açılacağını ama bu partilerin asla iran tarzı “anti-siyonist” olmayacağını, bu partiler sayesinde türkiye’nin ortadoğu ülkelerine öncülük edecek bölgesel güç haline geleceğini söylüyordu.

91* ve 2008 baharında…bir kitap piyasaya giriyordu, ama onca gürültünün arasında kimse kitabı farketmiyordu…
kitapta türkiye'ye ortadoğu'nun bölgesel lideri gözüyle bakılıyordu. kitabın yazarı yabancıydı ve kitapta sıkça bir akademisyenin cümlelerine atıf yapılıyordu…
kitabın yazarı graham fuller'di…
adı “yeni türkiye cumhuriyeti”ydi...
kitabın mottosu “yükselen bölgesel aktör”dü...
kitapta sık sık cümlelerine atıf yapılan isim ise o dönemde henüz bakan bile olmayan, ahmet davutoğlu’ydu…
sadece bir kaç yıl içerisinde türkiye bölgesel güç halini alacak, başbakanlığa ahmet davutoğlu geçecek ve dillerde "yeni türkiye" ismi dolanacaktı...
tam isabetti...

devamı gelecek…

92* cia'nın türkiye masası şefi graham fuller te 1990 senesinde "islami partilerin önü açılacak" demişti ve eklemişti, "islami partilerin kültürel değerlere sahip çıkması batı açısından sorun teşkil etmez, yeter ki iran tarzı bir şeriat modeli getirmeye yeltenmesinler." yani fuller siyasal islamın türkiye'de yükseleceğini biliyordu. isteği tek şey yükselen siyasal islam fraksiyonunu kendi tasarladığı değerler üzerine kurulu olmasıydı.sadece fuller mi? batının önemli kuruluşlarından business international'ın haziran sayısı öyle bir tespit yapmıştı ki, sanki bugünleri anlatıyordu: "varşova paktı'nın yıkılmasının ardından türkiye bu kez güneyden gelen tehlikelere karşı nato'nun çıkarlarını koruyabilir. türkiye'nin islam dünyasından dost olmayan (mesela iran) komşuları var ve militarist gelişmelere karşı türkiye nato'nun savunma bloku olabilir." yeter mi? yetmez. devam, 1991 yılında stockholm üniversitesi'nden prof. i ahmed konuşuyor: "batı bugün türkiye'nin ortadoğudaki etkinliğinin artmasını istiyor. suudi arabistan veya iran yerine türkiye'nin etkili olmasını yeğliyorlar." prof stone ise "türkiye ortadoğu ile ilgilenmezse, hem bölgeye hem de türkiye'ye yazık olur."

93*soruyorum, fuller ve diğerleri türkiye'de yükselecek yeni siyasal akım ve bu akımların alacağı biçim içim neden raporlar ve araştırmalar yapıyordu ki? neden? 1980-1990 yılları arasında tüm batı medyası, think-thank kuruluşları, istihbarat servisleri gözlerini ortadoğuya çevirdi. o zamana dek öncelikli gündem konusu olan "sovyet tehlikesi" yerini "yeşil tehlike"ye, islam tehlikesine çevirmişti. peki islam neden tehlikeydi? 1993 yılında the economist "iran ortadoğu ve ortaasya için tehlike" ilan edilmişti. batı, yani sistem, sovyetler birliği dağıldıktan sonra yeni oyun alanı olarak gözünü ortadoğuya çevirmişti. çünkü ortadoğuda büyük petrol rezervleri bulunuyordu. bu rezervler enerji ticareti için olmazsa olmazdı. o yüzden bu rezervlere batı hakim olmalıydı. ortadoğuda düşman irandı. iran tehlikeydi. diğer ülkeler irana benzeyebilirdi. fakat bunun önüne geçilmeliydi. o yüzden batıya iran gibi islami siyasetin hakim olduğu, ama kendisi ile de uyumlu yani iran gibi "anti-siyonist" olmayan bir ülke gerekiyordu. artık adını koyalım, batı asla iran gibi olmayacak müslüman bir devlet yapısı tasarladı ve bu tasarıyı giydirecek bir ülke seçti. o ülke türkiyeydi.

94* şubat 1993'te daily telegraph'da bir haber çıktı: "türkiye süper güç olma yolunda" aynı tarihlerde fransız le point gazetesinde de "türkiye'de osmanlı rüyasının dönüşü" manşeti atılıyordu. böylece batı bir yandan iran'ın şeriatçı ve anti-siyonist modeline karşı türkiye'nin demokrat ve nato üyesi laik bir ülke modelini destekliyor, bir yandan da türkiye'nin eskiden hakimiyetinde bulunan topraklarda tekrar güçlendiğini ifade ediyordu. ingiliz siyaset bilimcisi prof. norman barry türkiye'de katıldığı bir düğünde anaplılara "bence siz ab'ye girmekten çok asya ve ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini geliştirin" diyordu. prof f. faresi ve livio missir ise o dönemlerde türk medyasına "türkiye ab'ye girmemelidir" türünden açıklamalar yapıyordu. türkolog kappert ise "ortadoğu ve ortaasya ülkeleri türkiye'yi örnek alıyor" şeklinde açıklama yapmıştı. türkiye yavaş yavaş yeni kimliği için zihinsel açıdan hazırlanıyordu. peki sorulacak soru basitti: türkiye fuller'in tanımına uygun bir parti var mıydı? bu kimliğe uygun, batı ile dost ama aynı zamanda islami siyaset yapan bir parti... aklınıza birşeyler geliyor mu?

95* refah! cevabı verenler doğru cevabı verdiler. refah partisi erbakan tarafından kurulmuş islami kimlikli bir partiydi. aslında erbakan çok daha önce 1970 yılında milli nizam partisini kurmuştu. parti bir sene sonra kapatılmış bu kez yerine milli selamet partisi kurulmuştu. parti 73 seçimlerinde %11 oy aldı. o dönem demirel'le çekişen ecevit iktidar olabilmek için erbakan'la işbirliği yaptı ve koalisyon kuruldu. erbakan başbakan yardımcısı oldu. erbakan sonraki koalisyon hükümetlerinde de anahtar rol oynadı ama asla birinci parti olamadı. 1980 darbesi ile partisi kapatıldı. daha sonra 1983 yılında refah partisi kuruldu. fakat erbakan siyasi yasaklıydı. partinin oyu %3-5 civarındaydı. daha sonra erbakan'ın siyasi yasağı kalktı ve erbakan tekrar genel başkan oldu. 87 seçimlerinde oyunu %7'ye 89 yerel seçimlerinde ise %9'a çıkarmıştı. buna rağmen erbakan'ın iktidar olabilme şansı sıfırdı.

96*erbakan diğer siyasi partilerden farklı bir yol izliyordu. parti islamiydi. kadınlar siyasete sokulmuyor, partinin ileri gelenleri atatürk'e dil uzatıyordu. aynı zamanda parti ab'ye üyeliğe karşıydı. islami yanı ağır basıyordu. refah batıya karşı daima tavırlıydı. refahın üslubu batı'nın aradığından çok batının tehlike olarak gördüğü iran modeline yakındı. bunların dışında türkiye laik bir ülkeydi bürokrasi ve asker erbakan'ı cumhuriyet ve atatürkçülük için bir tür tehlike olarak görüyordu. fakat batı yeni ortadoğu politikasını ve türkiye'nin yeni ortadoğu misyonunu şekillendirdikten sonra 1991 seçimlerinde refah'ın oyu %16'ya çıktı. fuller'in dediği olmuştu. türkiye'de siyasal islamın önü açılmıştı. seçimlerde milliyetçi çalışma partisi ve ıslahatçı demokrasi partisi gibi islami partiler de refah partisine çalışmıştı. refah partisi 62 milletvekili ile mecliste grup kurmuştu. 1994 yılında genel seçimler yapılacaktı. refah partisi bu seçimler için çok radikal kararlar alacaktı.

97* refah partisi özünde ab'ye karşı, anti-siyonist ve milli görüşçü bir partiydi. bu bakımdan batı için sorun teşkil ediyordu. partide bir çok şeriatçı ve atatürk karşıtı bulunuyordu. aynı zamanda bu bakış açısı abd, ingiltere ve israil'i düşman addediyordu. 1993 yılında refahlı genç bir siyasetçi refah'ın vizyonunu işte böyle çiziyordu. evet, bu genç siyasetçi tayyip erdoğan'dan başkası değildi. 1992 yılında ise şevki yılmaz böyle konuşarak askere, masonlara ve batılılara meydan okuyordu. parti'nin bu vizyonu iç politikada irtica balyozuna dış politikada ise batının yeminli düşmanı olan iran modeline takılıyordu.

98* fakat 1994 seçimleri refah için yeni bir anlayışı ortaya döküyordu. medyada refahın kendisini yenilediği haberleri patlak veriyor, erbakan alışılmış seçmenin dışındaki seçmenlere ulaşabilmek adına başı açık kadınları dahi parti çatısı altında davet ediyordu. partinin ağır topları geri plana itiliyor batıda eğitim gören abdullah gül, genç ve iyi bir hatip olan tayyip erdoğan ve melih gökçek gibi isimler öne çıkarılıyordu. refah partisindeki bu değişim rüzgarı tvlerde her gün tartışılıyor, önemli bir kısım refahın artık zararlı bir parti olmadığını açıklıyordu. refah partisine libya'dan siyasal yardım geliyor, suudi arabistan refah'a hac kontenjanı ayırıyordu. refah değişim rüzgarlarının yanında ekonomik destek de bulmuştu.

99* batı medyası refahı titizlikle inceliyordu. seçim zamanı gelmişti. seçime değişim ve yenilik rüzgarlarıyla giren refah oyunu artmış ve %19 oranında oy kazanmıştı. bunun yanında ankara ve istanbul belediyelerini de kazanan refah partisi çok stratejik bir konuma yerleşmişti. yapılan icraatlar refah'a olan sempatiyi artırıyor ve siyasal islam türkiye'de hızla yükseliyordu. sadece bir kaç yıl önce yapılan açıklamalar karşılığını buluyordu. 1995 yılında yapılan genel seçimlerde refah partisi %21 oy alıyor ve siyasal islam türkiye'de birinci parti konumuna yükseliyordu. fakat bir problem vardı, 1991 yılında amerikan politikalarının aksi yönünde istikamet ederek türkiye'yi körfez savaşına sokmayan asker bu kez de refah partisinden rahatsızdı. askere göre refah şeriatçıydı ve irticai tehlike arzediyordu ve iktidara yaklaştırılmaması gerekiyordu.

100* 1995 seçimlerinde birinci parti olmasına rağmen refah iktidara gelememişti. sıkı bir avrupa birliği politikası güden anap, erbakan ile hükümet kurmaya yanaşmamış ve dyp ile hükümet kurmuştu. fakat bu iki parti bir türlü anlaşamıyordu. bunun yanında anayasa mahkemesi bu iktidarın güven oylamasını iptal etmişti. erbakan bir kez daha dört ayağının üzerine düşüyordu. anap dyp hükümeti düşmüştü. bu gelişme üzerine 1996 yılında erbakan'ın refah'ı ve çiller'in dyp'si koalisyon kurarak iktidara yerleşti ve erbakan nihayet arzuladığı başbakanlık koltuğuna oturdu. batı sözünü ettiği siyasal islamın iktidarlığını kurmuştu. şimdi artık meyveleri toplama zamanıydı. erbakan derhal yurtdışı gezisine çıktı ve mısır, libya, nijerya gibi ülkeleri ziyaret etti. ardından emekliye memura büyük bir zam yaptı. tarım bakanlığının bütçesini iki katına çıkardı.

101* erbakan suudi arabistan ve diğer ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini sıklaştırarak batı'nın birkaç sene önce öngördüğü şekilde türkiye'nin ortadoğu ile temasını artırıyor, gelişmekte olan 8 islam ülkesini bir araya getirerek d8 isminde uluslararası bir teşkilat kuruyordu. fuller haklı çıkmıştı. siyasal islam türkiye'de iktidar olmuş ve iktidara gelir gelmez ortadoğu ülkelerine örnek bir bölgesel güç rolüne bürünmüştü. fuller'in batı için sorun olarak görmediği zararsız islami kültür faaliyetleri de hızla gelişiyordu. imam hatiplerin önü açılıyor, kuran kursları çoğalıyor ve dini cemaatler ön plana çıkmaya başlıyor ve üniversitede, kamuda türban konusu gündeme geliyordu. böylece halkın erbakan'a olan sempatisi artıyordu. fakat bu gelişmeler içeride refah'ı irtica tehlikesi olarak gören asker ve bürokrasiyi daha da tedirgin ediyor ve refah kemalist odak tarafından laik cumhuriyet için tehdit halini alıyordu. refah çok ince bir çizgide yürüyordu, bir yandan batının tasarladığı islami model kostümünü giyerek batıyı tatmin ediyor bir yandan da bunun karşılığında islami kültür öğelerini hayata geçirerek askere karşı batıyı bir tür kalkan olarak kullanıyordu. fakat 1991 yılında abd'ye rest çeken asker, bu kez yine aynı resti çekiyordu. asker ve bürokrasi erbakan'ı istemiyordu.

102* ve refah batı'nın kendisi için tasarladığı kostüme girmeyi reddetmeye başladı. batı aldatılmıştı. erbakan batıdan aldığı kozları batının lehine kullanmaktan çok kendi lehine kullanıyordu. işte tam da bu noktada rüfailer karıştı. batı fark etti ki, erbakan türkiye'deki bir çok çarkı çoktan değiştirmeye başlamıştı. faizler düşmüştü. üstelik devlet parasını yatırdığı bankalardan almış, bir havuzda toplamıştı. devletin tüm gelirleri aynı havuzda toplanıyor, yabancı bankalara ödenmesi tahmin edilen 58 milyar dolarlık faiz 22 milyar dolara iniyordu. erbakan bağımsız ve ağır sanayi devrimine dayalı adil düzeni tatbik etmeye başlıyordu. erbakan hükümeti döneminde türkiye %7,5 gibi önemli bir büyüme gerçekleştirmişti. aynı zamanda erbakan tarafından kurulan d8 batının ilkeleriyle değil erbakan'ın ilkeleriyle hareket etmeye başlıyordu.

103* erbakan batının kontrolüne girmeyi reddedince. derin devlet sahneye çıkıtı. sahne aczimendi tarikatinindi. 6 ekim'de bir grup aczimendi kocatepe camii'nde "şeriat isteriz" eylemi yaptı. refah'ın "islami kültürel faaliyetleri" şeriat geliyor algısına dönüştürülmeye çalışılıyordu. 3 kasımda susurluk kazası patlak verdi. erbakan sorunlarla uğraşmak istemiyordu. bu yüzden olayı geçiştirmeyi tercih etti. olaya "fasa fiso" dedi. fakat halk olayın üzerine gidilmesini istiyordu. yurt çapında ışık söndürme eylemleri yapıldı. adalet bakanı şevket kazan bu eylemler için "mum söndü oynuyorlar" gibi abuk subuk bir ifade kullandı. refah içeride asker ve kemalist odak karşısında kullandığı batı kalkanını kaybetmişti. işin kötü yanı dışarıda ise batıyı karşısına almıştı. tüm bunların yanında refah teşkilatı kalifiye elemanın az olduğu, çoğusu entellektüel olmayan, düşük tahsilli ve özünde atatürk karşıtı şeriatçı kimselerden oluşuyordu. bu kadrolar refah partisini zora sokacak hatalar yapıyordu. bu hatalardan birini kayseri belediye başkanı şükrü karatepe yaptı. il divan toplantısında adeta şeriat manifestosu okudu.

"süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sakın sanmayın. resmi görevim nedeniyle bugün bir törene katıldım. belki başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bazı mecburiyetleri vardır. ancak, sizin hiçbir mecburiyetiniz yok. refah partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam, bu zulüm düzeni değişmelidir. insanları köle gibi gören, çağdışı bu düzen mutlaka değişmelidir. ey müslümanlar sakın ha içinizden bu hırsı, bu kini, nefreti ve bu inancı eksik etmeyin. bu bizim boynumuzun borcudur." dedi

104* içeride asker, dışarıda batı ile uğraştığı yetmezmiş gibi erbakan bir de parti içerisindeki hatalarla başa çıkmaya çalışıyordu. erbakan daima "partimizle askeri karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar, böyle birşey yok" diyordu. ama erbakan yanılıyordu. belki de inanmak istemiyordu, asker kendisine şiddetle karşı çıkıyordu.

105* erbakan 11 ocak 1997 günü başbakanlık konutunda tarikat liderlerine yemek vererek kendi topuğuna sıktı. artık yurt genelinde irtica tehlikesi hissedilir kıvama gelmişti. laiklik tehlikedeydi. bu yüzden erbakan'ın başbakanlıktan düşürülmesi gerekiyordu.

106* 22 ocak'ta toplanan yüksek rütbeli subaylar irticanın iktidarda olduğu kanaatina vardılar. 30 ocak'ta bir büyük hata daha yapıldı. sincan'da yapılan kudüs gecesine iran büyükelçisi davet edildi cihad konulu oyun sergilendi. 4 şubat'ta sincan'da tanklar yürüdü.

107* 5 şubat'ta demirel erbakan'a uyarı mektubu gönderdi. deniz kuvvetleri komutanı, "irtica pkk'dan tehlikelidir" dedi. 11 şubat'ta şeriata karşı kadın yürüyüşleri yapıldı. refah yurt içinde köşeye sıkıştırılmıştı. asker ve kemalist odaklar refah'ı boğuyordu. erbakan tüm bu olayların dışardan tezgahlandığını ve anti-siyonist oldukları için batı tarafından cezalandırıldıklarını söylüyordu. ama bu çırpınışlar boşaydı.

108* derin devlet tekrar sahneye çıktı, 23 şubat'ta bir grup genç fatih camiinden öğle namazı kıldıktan sonra şeriat isteriz nidalarıyla yürüyüşe geçti. 28 şubat günü postmodern darbe gerçekleşti. 21 mayıst'ta yargıtay cumhuriyet başsavcısı vural savaş refah'a kapatma davası açtı. 7 haziran'da refah'ı destekleyen firmalara ambargo kondu. ve 18 haziran günü erbakan istifa etmek zorunda kaldı. yıllar sonra o günleri anlatan erbakan koalisyon ortağı dyp'nin asker tarafından tehdit edildiğini açıklayacaktı. böylece türkiye'deki ilk siyasal islam denemesi sona erecekti.

109* erbakan türk siyasi tarihinde batıya kafa tutmuş ve onunla mücadeleye girişmiş üçüncü liderdir. bu liderlerin ilki mustafa kemal atatürk, ikincisi ise mustafa bülent ecevit'tir. ecevit'in 1970'li yıllarda batı'ya nasıl kafa tuttuğunu ve iç ve dış politik hamlelerle nasıl iktidardan düşürüldüğünü daha önce yazmıştım. erbakan ise türkiye siyasi tarihinde batıya kafa tutabilmiş üçüncü lider olmuştur. fakat erbakan bunun yanında anti-siyonist olması bakımından atatürk'le beraber türkiye siyasi tarihinin gelmiş geçmiş en anti-kapitalist lideridir. ayrıca atatürk sonrası dönemde erbakan batı politikalarını çekinmeden anlatabilen, batının gerçek yüzünü korkmadan açıklayabilen tek liderdir. fakat erbakan yeterince güçlü olmadığı bir dönemde batıya sırtını dönerek sert bir şekilde cezalandırılmıştır. zira tek başına iktidar olmayan ve bünyesinde "şeriatçı-antilaik-atatürkkarşıtı" bir çok kadro bulunan erbakan hem iç politikada hem de dış politikada önemli saldırılara maruz kalmıştır.

110* sonuç olarak siyasal islam ilk denemesini hüsranla noktalıyordu. sistemin yeminli düşmanı iran karşısında ortadoğuyu kontrol edebilmek için ürettiği siyasal islam kostümü refah'a uymamıştı. refah iktidara gelir gelmez kontrolün dışına çıkmış ve batıyı bir kenara itmişti. böylece batı islami partilerin kendilerine verilecek gücü batı lehine değil kendi lehine kullanabileceğini görmüş oldu. bunun dışında türkiye'de islami partilere karşı var olan irtica tutumunu test edilmiş oldu. asker ve kemalist odaklar hala devlet kademesinde güçlüydü. bu nedenle batının getirmek istediği model iç politikada asker ve bürokrasinin hedefi haline geliyordu. o yüzden önce bu odakların pasifize olması gerekiyordu. batı gerekli dersleri çıkarmıştı. refah partisi ise 16 ocak 1998'de kapatılmış, önemli isimlerine siyasi yasaklar getirilmişti. erbakan batıya sırt çevirmenin cezasını çekiyordu. refah partisi yerine erbakan'ın kontrolünde recai kutan genel başkanlığında fazilet partisi kuruldu.

111* bu sırada çok önemli gelişmeler yaşanıyordu, refah'ın 1994'te piyasaya çıkardığı gençler yenilikçi hareket adı altında toplanarak erbakan'a isyan bayrağı açmıştı. grubun başını abdullah gül, recep tayyip erdoğan, abdüllatif şener ve bülent arınç çekiyordu. abdullah gül genel başkanlık seçimini kaybedince ve fazilet partisi de kapatılınca yenilikçiler erbakan'dan ayrılarak 2001 yılında adalet ve kalkınma partisini kurdu. kurulan bu parti islami bir parti olmasına karşın parti kurucuları "biz milli görüş gömleğini çıkardık" diyordu. mesaj belliydi. refah'ın anti-siyonist ve radikal görüşleri terk edilmişti. bu parti başkaydı. bu parti muhafazakar demokrattı. parti kurulduktan sonra partiyi kuranlar abd gezisine çıkıyordu. ve böylece siyasal islamda ikinci dönem başlıyordu.

***

devamı gelecek

***

edit 1: birkaç arkadaş bu yazıdan sonra haklı olarak beni "erbakancı" olarak görmüş. haklılar. böyle görmeleri normal. fakat böyle görmemeleri gerekir. zira nasıl ki 70'lerde ecevit'e olanları anlatırken sanki bir ecevitçi edasıyla yazdımsa, nasıl ki körfez savaşı sırasında abd'nin emellerine set koyan askeri unutmadımsa, erbakan'ı anlatırken de erbakancı edasıyla yazdım. zira anti-kapitalist ve onurlu duruş sahibi her kimse, onu şahsen beğenir ve saygıyla yad ederim. bunu yapmam beni erbakancı ve ocu bucu yapmaz. bu ülkedeki insanlar yıllarca siyasal kalıplara sokularak yaşadı. özal'cı olan ecevit'i sevmedi. menderes'i sevenler erdoğan'ı sevdi. çiller'e oy verenler mesut'tan nefret etti. demirel'i sevenler özal'dan nefret etti. halbuki bunlar çok saçma şeyler. bunlar siyasal ideolojinin size düşman olmanızı emretmesidir. oysaki ideoloji, siyasal görüşler insanı zenginleştirmek için vardır, insanlara bazı insanları düşman kabul ettirmek için değil. size tavsiyem liderlere olan tutumunuzu siyasal görüşünüze göre oluşturmayın. sağcı olsanız da ülkenin menfaatleri için batıya meydan okuyan ecevit'i sevin. solcu olsanız dahi bu ülkenin milyarlarca dolarını batının midesinden söküp alan erbakan'a dua edin. şeriatçı olsanız dahi bu ülke için tam 7 kez savaş alanına korkmadan inen ve bu milleti kurtaran atatürk'ü minnetle anın. bir takım cenahların ve bir takım ideolojilerin size sunduğu dost ve düşman listelerini buruşturup atın. dostunuzu ve düşmanınızı kendiniz seçim.

edit 2: yazıda kemalist odak ve askeri sanki "zararlı işler yapan" kimseler gibi gösterdiğimi düşünen arkadaşlar da olmuş. evet kemalist odaklar ve asker zararlı işler yapmıştır. ben de zararlı işler yaptıklarını gösterdim. fakat bu asker ve kemalist odakların "zararlı" oldukları "kötü" oldukları anlamına gelmez. erbakan çevresinde çok fazla yetişmemiş ve deyim yerindeyse kütük eleman bulunduruyordu. zira islami kanat asla üniversite okuyan, yurt dışı eğitimi alan, dünyaya geniş bakabilen kafada değildi. bu yüzden erbakan şahsi olarak anti-kapitalist olsa da kadrosu kalifiye değildi. bunun sıkıntısını hep yaşadı. aynı zamanda erbakan türkiye'nin çizgisini bir tık islami model'e yaklaştırmaya çalışıyordu. bu yüzden erbakan'ın kadrosu tarafından yapılan hatalar erbakan'a çok fazla batmıyordu. erbakan'ın hatası bu idi. erbakan şayet laik ve atatürkçü cumhuriyet değerlerini aşağılamak yerine onlara sahip çıkarak islami kültürel değerleri hayata soksaydı belki bu kadar büyük bir tehlike olarak görülemezdi. ama böyle olmadı.

edit 3: bir de "kemalist laik odak" eleştirisi yapmak istiyorum. maalesef 1940'lı yıllarda kemalizm akımı atatürk'ün yaratmaya çalıştığı akımdan çok farklı noktlalara kaydı. kemalizm bir tür baskıcı ve totaliter inönü uygulaması halini aldı. atatürk milleti üstün tutarken kemalist anlayış devleti üstün gördü. millete tepeden baktı. bu yüzden millette bir anti-chp algısı oluştu. ecevit bu algıyı kısmen yıktı. ama bu algı 28 şubat dönemiyle yeniden zihinlere yerleşti. yahut yerleştirildi. sonuç olarak kadının başındaki türbanı, namaz kılan askeri tehdit olarak gören bu anlayış milletle uzaklaştı. bu yüzdendir ki millet "allah" diyene kandı, "kuran" diyene atladı. kemalist öcü milleti siyasal islamın kollarına itti. kim bilir belki de sırf böyle olması ve islami siyasetin palazlanabilmesi için atatürk'ün a'sından haberdar olmayan onlarca insan kemalist kılığa bürünerek atatürk'ü milletle ters düşürdü.

edit 4: yazıyı yazarken 38 derece ateşim vardı ve yazıyı gece yazdığım için uykusuzdum. o yüzden imla ve noktlamada bi takım yanlışlıklar olabilir. mazur görün.

edit 5: 28 şubat sürecini soft bir şekilde geçtim. bir çok olayı atlamış olabilirim. normaldir. zira yazıdaki akıcılığı 28 şubat süreci ile bozmak istemedim. süreci merak edenler can dündar'ın belgeselini izleyebilir. ayrıca 28 şubat cuntasını ve çevir bir'i anlatmadım evet, çünkü henüz o konuya girme gereği duymadım. kısmetse, ilerki yazılarda...

edit 6: fon müziği tercihini bir okurun ricası ile seçtim. fakat şuan ismini hatırlayamadım. mesaj kutusu ise ağzına kadar dolu. o yüzden ismini yazamıyorum. fakat bu editi görür ve kendisini bana bildirirse, zevkle yazarım.


Ekşiden tek tek entry numaralarıyla da ekleme yapayım.

part 1- (bkz: https://eksisozluk.com/entry/45841898)
part 2- (bkz: https://eksisozluk.com/entry/45885620)
part 3- (bkz: https://eksisozluk.com/entry/45965223)
part 4- (bkz: https://eksisozluk.com/entry/45989251)
part 5- (bkz: https://eksisozluk.com/entry/46133263)
part 6- (bkz: https://eksisozluk.com/entry/46284870)
Betrayer... In truth, it was I who was betrayed. Still, I am hunted. Still, I am hated. Now, my blind eyes can see what others cannot.
Kullanıcı avatarı
Diabolus Ipsum Amans
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesaj Panosu Yöneticisi
Mesajlar: 12051
Kayıt: 18 May 2010 22:56
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas
Favori Anime: One Piece
Konum: OutLanD
İletişim:

Bunu okuyan bir moderator, şu bkz'lı olan yerleri ekşiden bakıp düzenleme çekebilir mi? Çünkü telefonun internetiyle elimden bu kadar geldi.
Betrayer... In truth, it was I who was betrayed. Still, I am hunted. Still, I am hated. Now, my blind eyes can see what others cannot.
obduman
MangaTurk Çeviri
MangaTurk Çeviri
Mesajlar: 977
Kayıt: 07 Tem 2013 13:36
Cinsiyet: Erkek
Favori Anime: Code Geass, Hellsing Ultimate, Steins Gate, Samurai Champloo, Sword of the Stranger

İçindeki bilgileri bölük pörçük denk gelmişliğim var ama düzenli olması güzel olmuş. Yazmayı tamamlandığın da her şey tam oturacak gibi
İddiam Yok, Allah'ım Var Resim
Kullanıcı avatarı
Todomeda
Mesajlar: 4526
Kayıt: 14 Ağu 2012 00:24
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: -
Favori Anime: -

60ta kaldım devam edicem.
Sabahın köründe ders var mk..


edit 73
I am blind, not deaf. -
► Spoiler Göster

► Spoiler Göster
- No estoy loco, mi realidad
es diferente a la tuya
Kullanıcı avatarı
Solid Snake
Mesajlar: 106
Kayıt: 09 Nis 2013 18:36
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Berserk, 20th Century Boys, Hajime no Ippo, Billy Bat
Favori Anime: One Piece, Fullmetal Alchemist: Brotherhood, Hajime no Ippo, Gintama, Hunter x Hunter
Konum: Denizli, Ankara

İkinci parttan beri takip ediyorum ben de. Pek çok ilginç bilgiyi bir anda sunarak bünyelerde aşırı yükleme etkisi yaratıyor hakikaten :laugh: . Dili de epey akıcı. Tek tatmin edici olmayan nokta, yalnızca ABD'nin Türkiye siyaseti üzerindeki etkisine yoğunlaşıyor oluşu. Böyle olunca ekseni de büyük oranda dış politikalar üzerine tabii. Eminim iç siyaset tarihi hakkında da engin bilgileri vardır, onlardan da faydalansak hiç fena olmayacak.
Resim
Kullanıcı avatarı
Dr.M
Kalemşor
Kalemşor
Mesajlar: 2524
Kayıt: 22 Kas 2011 21:26
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece, Veritas, Gamaran, Hollyland,Liar Game,Bakuman, One Punch Man, Berserk, Toriko, Tower of God, City of the Darkness, Noblesse,
Favori Anime: Naruto, Bleach,Death Note, Hellsing, Samurai X, Hunter X Hunter, FullMetal Alchemist Brotherhood
Konum: Zonguldak

https://eksisozluk.com/entry/46454373

yeni yazı geldi beyler, okuyun okutturun güzel ayrıntılar yakalanmış.
ÖLÜLERİN BEKÇİSİ 3. SEZONU OLAN KURDUN SAVAŞI BAŞLIYOR
GÜNCEL 10. BÖLÜM ÇIKTI [/i][/size] OKUMAK İSTEYENLER BURADAN[/size]

YENİ BAŞLAYANLAR! ÖYKÜNÜN İLK SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ ÖZGÜR BİR ADAM BAŞLIĞINA

İKİNCİ SEZONU İÇİN ÖLÜLERİN BEKÇİSİ KURDUN DOĞUMUNA BAKABİLİRSİNİZ.
Kullanıcı avatarı
yalicapkini
Mesajlar: 514
Kayıt: 19 Mar 2014 13:27
Cinsiyet: Erkek
Favori Manga: One Piece-Vagabond-Slam Dunk-Kingdom-Veritas-Fullmetal Alchemist-Tower of God
Favori Anime: Slam Dunk-Bleach-Gintama-Shingeki no Kyojin
Konum: Otherside

"fon müziği olmadan gitmez diyenler için: fon müziği"

Ben ilk partı okuduğumda direk "vay anam vay neler dönmüş serhat ya" moduna girmiştim , parçaların içerisinde gerçekten çok ilginç anekdotlar var.Madem yeni partta gelmiş açalım fon müziğimizi okumaya başlayalım.

Son partın fon müziği.
Resim
► Spoiler Göster
► Spoiler Göster
“George Bush’un karısının çirkin bir bok parçası olması hiç hoşuma gitmiyor.Ve bu, milyonlarca insanın zarar gördüğü savaşlara sebep oluyor.Son ‘iyi’ başkan Kennedy’ydi ve onun da mükemmel bir karısı vardı. Bunun basit bir tesadüf olduğuna inanmıyorsunuz değil mi?”
Cevapla

“Salon” sayfasına dön